Aramak için bir şeyler yazın
  • AnaSayfa
  • Prof. Dr. Mustafa Arı
  • Hastalıklar
    • DEPRESYON
    • ŞİZOFRENİ
    • PİROMANİ
    • NEMFOMANİ
    • BİPOLAR BOZUKLUK
    • ALKOL BAĞIMLILIĞI
    • OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB)
    • BLUMİA NERVOZA
    • BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    • CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
  • İletişim
  • AnaSayfa
  • Prof. Dr. Mustafa Arı
  • Hastalıklar
    • DEPRESYON
    • ŞİZOFRENİ
    • PİROMANİ
    • NEMFOMANİ
    • BİPOLAR BOZUKLUK
    • ALKOL BAĞIMLILIĞI
    • OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB)
    • BLUMİA NERVOZA
    • BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    • CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
  • İletişim
  • Randevu Telefon: +90 505 857 00 43
  • info@profdrmustafaari.com
Takip Et:
Kişisel Web Sitesi Kişisel Web Sitesi
  • AnaSayfa
  • Prof. Dr. Mustafa Arı
  • Hastalıklar
    • DEPRESYON
    • ŞİZOFRENİ
    • PİROMANİ
    • NEMFOMANİ
    • BİPOLAR BOZUKLUK
    • ALKOL BAĞIMLILIĞI
    • OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB)
    • BLUMİA NERVOZA
    • BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU
    • CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
  • İletişim

Hastalıklar

29 Ekim 2022
Hastalıklar
zekig

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI

Cinsel İşlev Bozukluğu Nedir? Yaşantımızı nasıl etkiler?

Cinsel işlev bozukluğu cinsel yeterli uyarılma veya orgazma giden süreçte aksama denilebilir. Yani cinsel yaşamında tatmin elde edememe ve bunun süreğen olması durumuna cinsel işlev bozukluğu denir. Psikiyatrinin en önemli tanı rehberi olan  DSM-V de ise kişinin cinsel istek, beklentiler ve performansına yönelik tutumlarını etkileyebilecek etnik, kültürel, dini ve sosyal yapısı göz önünde bulundurulmak kaydıyla, cinsel yanıt döngüsünü belirleyen sürecin bozulması ya da cinsel ilişkide ağrı ile karakterize durumlar cinsel işlev bozuklukları olarak adlandırılır. Cinsel işlev bozuklukları sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmaması ile belirlidir. Cinsel işlev bozuklukları partnerler arasındaki ilişkide ciddi sıkıntılara neden olur. Bu nedenle çözülmesi gereken önemli bir toplumsal sorundur.

Cinsel yaşamımızda kimi zaman ortaya çıkan isteksizlik, uyarılmada güçlük, bazen de ilişki içinde meydana gelen anlaşmazlıklarımız gibi cinsel sorunlarımız olabilir. Ne yazık ki toplumumuz genelinde çeşitli şekillerle ortaya çıkabilen cinsel sorunlarımızı gizleme konusunda kuvvetli bir eğilim vardır. Bu nedenle partnerler,aralarındaki ilişki günlük hayatlarında işlevsel bozukluk yaratmadıkça veya ilişki dinamikleri ciddi şekilde sarsılmadıkça bir hekimden profesyonel yardım almaktan çekinmektedirler. Aynı zamanda partnerler aralarındaki bu sorunun farkına varmakta ve bunu tanımlamakta yetersiz kalabilirler. Unutulmamalıdır ki; çocukluk döneminde cinselliğe dair yaşanan travmalar (yakınlarımız ve çevreyle oluşturduğumuz olumsuz ilişki kalıpları gibi) veya kişiye göre başarısız sayılan bir ilk cinsel deneyimden kaynaklanan psikolojik etmenler ve cinsel mitler insanlarda cinsel uyarılma veya orgazma yol açan cinsel dürtüleri sınırlamakta veya azaltmaktadır. Kısaca  özetlemek gerekirse kişinin bilinç altında yarattığı travmatik olaylarla ilişkili cinsel çekince, suçluluk, beğenilmeme ve reddedilme korkusu cinsel sorunların altında yatan esas duygular olabilir

Cinsel sorunları tek nedene dayandırmak çözümü zorlaştırır. Bu nedenle kendimizi tanımamız ve anlamamız kadar anlayışımızı da geliştirmek için yeni bakış açıları edinmeli öz farkındalığımızı arttırmalı ve konuyu uzman bir kişiyle paylaşmaya dair çekincelerimizi bir kez daha gözden geçirmeliyiz.

Çiftler cinsel ilişkiye ilişkin sorunları kaygı verici bir durumuna geldiğinde doktorlarına danışmalılardır.

 

En Sık Görülen Cinsel İşlev Bozuklukları

1-Cinsel İsteksizlik – Cinsel Soğukluk – Frigidity

2-Cinsel tiksinti

3-Kadınlarda Cinsel Uyarılma Bozukluğu

4-Satiriasis – Erkeklerde Cinsel Doyumsuzluk

5-Nemfomani – Kadınlarda Cinsel Doyumsuzluk

6-Cinsel İlişki Bağımlılığı

7-İktidarsızlık

8-Cinsel Ağrı Bozukluğu – Ağrılı Cinsel Birleşme – Disparoni

10-Erkekte Orgazm Bozukluğu

11-Kadında Orgazm Bozukluğu

12-Vajinismus

13-Erken Boşalma şeklinde sıralanabilir.

Cinsel İşlev Bozukluklarında Tedavi

*Psikoterapi

*İlaç Tedavisi

*Cinsel Terapiler ve Egzersizler

Read more
11 Ekim 2022
Hastalıklar
zekig

Depresyon

DEPRESYON

Depresyonu sıklığı ne kadardır?

Kadınlarda ortalama yüzde 20 erkeklerde ise 15 oranında görülür. Dünya sağlık örgütünün verilerinde iş güç kaybında ilk üç sıradaki hastalıklardandır.

Depresyon için risk etkenleri nelerdir?

  • Küçük yaşta anne baba kaybı
  • Madde ve alkol bağımlılık veya kötüye kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın cinsiyet
  • Tekrarlayan başarısızlıklar
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Boşanmış olma
  • İşsizlik:
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk dönemi travmaları
  • Bazı ilaçlar: interferon, akne tedavisi ilaçları, bazı astım ilaçları, bazı antihpertansifler, kortikosteroidler, bazı mide koruyucu ilaçlar,kemotörepatik ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler.: guatr; astım; b12, folik asit gibi vit eksiklikleri;

 

Depresyonun sebepleri nelerdir

Depresyon için bir çok sebep öne sür0lürken kesinlikle şu sebepten denilemez. Çocukluktan beri öğrendiğimiz hatalı bilişlerin oluşturduğu olumsuz otomatik düşüncelerin olumsuz duyguları tetikleyip depresyon kliniğine sebep olduğu geniş kabul görmektedir.

Bunun yanında depresyonun bir beyin hastalığı olduğu da bir çok bilimsel çalışmada gösterilmiştir. Beyin hücreleri arasında iletişimi sağlayan seratonin, dopamin, nöradrenalin gibi hormonların üretiminde ve bunların etkileştiği alıcılarda problem olduğu bilinmektedir. Bir çok çalışmada beyinde korku merkezi olan amigdala ve sosyal ve diğer değerler anlamında bilgilerin süzüldüğü merkez olan orbitofrontal korteksde aktivitenin arttığı ama hafıza merkezi llan hipokampüs ve mantıklı düşünce merkezi olan dorsolateral prefrontalkortekste ise aktivitenin azaldığı saptanmıştır. Depresyonda beyin hücrelerini koruyan bdnf,nt,ngf gibi maddelerin de salınımının azaldığı saptanmıştır.

  • Depresyonun klinik belirtileri nelerdir?

Depresyonun en belirgin özelliği hoş olmayan duygudurum, ilgi ve zevk azlığı, umutsuzluk ve karamsarlıktır.  Derin  üzüntü yaşarlar. Gelecekleri ile ilgili kötümserdirler. Etkinlik ve sorumluluklara karşı ilgi azalır. Daha önceden zevkle yaptıkları etkinliklerden zevk alamaz. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar.

Bazen önde gelen belirti huzursuzluk  olabilir. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi çok artabilir, ajitasyon (huzursuzluk) gösterebilirler. Sinirlilik, alınganlık artabilir.

Enerji düzeyi azalır. Halsizlik bitkinlik iş yapma isteğinde motivasyonda azalma olabilir. Hatta hastalar yataktan çıkmak istemeyebilirler.

Bazı olgularda önde gelen belirti somatik belirtiler olabilir.  Yani sürekli tıbbi sıkıntılar, ağrılar olabilir

Suçluluk ve özgüvende azalma olabilir.

Ölsem de kurtulsam, ölüm planları ya da intihar girişimleri olabilir.

Depresif olguların çoğunda duygudurum değişiklikleri ile birlikte iştah ve kilo kaybı bulunur.

Uyku bozukluğu depresyonun çok sık karşılaşılan bir belirtisidir. Dalgınlık, unutkanlık olabilir. Bazen ağır olgularda aklından geçenlerle dış dünyada olanlar birbirine karıştırılabilir.

Depresyonun normal yastan ne farkı vardır?

Süre: Yasta üzüntü, ağıt, uyku sorunları,iştahsızlık, kilo kaybı ve normal etkinliklere karşı ilgi azlığı gibi depresyonda da izlenebilen belirtiler bulunmakla birlikte en geç iki ayda geçmesi beklenir. Geçmemesi durumunda depresyondan şüphelenilebilir

Yasda özgüvende azalma ve suçluluk olmaz

Yasda üzüntü kaybolan nesne ile tetiklenirken depresyonda süreklidir

Yasda ciddi kilo kaybı yemeden içmeden kesilme olmaz

İntihar düşüncesi varsa depresyon lehinedir

Yasda işlevsellik kaybı depresyondaki kadar değildir.

Depresyon hakkında yanlış bilinenler

Depresyon tıbbi bir hastalık değildir.

Depresyon bir irade problemidir

Depresyon zayıflıktır

Depresyon ilerlerse şizofreniye dönüşür

Depresyon hayatın normal parçasıdır

Depresyon kendiliğinden düzelir

Tatile çıkarsanız depresyon düzelir.

Dindar insanlar depresyona girmez

Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar bağımlılık yapar

Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar kalp krizi veya bunamaya yol açar

 

Depresyon nasıl tedavi edilir

Depresyon tedavi edilebilen bir hastalıktır. İlaç tedavisi, psikoterapi ve elektroşok tedavisi EKT uygulanabilir

Terapiler ve ilaç tedavisi genelde beraber yürütülür.

Hamilelik, emzirme dönemi, intihar girişimi veya düşüncesi, ilaca cevap alamama, veya ciddi yemeden içmeden kesilme gibi durumlarda EKT yani şok tedavisi uygulanabilir ki bir çok açıdan ilaçlardan daha hızlı etkili ve daha az risklidir

 

 

Depresyon tedavisinde kullanılan anti depresanlar nasıl etki eder

Beyindeki   sinir hücreleri arasında bilgi akışı ve haberleşmede nörotransmitter sistemleri (glutamaterjik, GABA, asetil-kolin, dopamin, nöradrenalin, serotonin vs) görev alır.  Beyninde her bölgede nörotransmitterler farklı yoğunlukta bulunurlar. Hücreye uyarı geldiğinde, bazı değişikliklere neden olur. Bu değişikliğin bir sonraki sinir hücresine iletilmesinde  nörotransmitterler görev alırlar. İki sinir hücresi  arasındaki bölge (sinaptik aralık) bu hücrelerin ortak haberleşme alanıdır. Uyarı geldiğinde sinir hücresinde nörotransmitter sentezi için protein sentezi başlatılır . Sentezlenen nörotransmitter önce hücrede  depolanır, uygun uyarı geldiğinde sinaptik aralığa salınır ve komşu bölgede bir sonraki sinirin onu tanıyan algaçlarına bağlanır. Nörotranmitterin sinir hücresindeki algaç ile tanınmasının ardından ikinci hücre de uyarılmış olur ve aynı süreç ikinci hücre için başlar. Organizmanın işleyişi hemen daima tasarrufa yönelik olduğundan algaçla işi biten nörotransmitter  yeniden kullanılmak üzere salındığı sinir hücresinden özel bir pompa ile geri alınır.

 

Seratonin kaygı, öğrenme, uyku, iştah, algı, anksiyete, takıntılar gibi fonksiyonlara sahiptir. Depresif hastalardaki seratonin  azlığı mutsuzluk, dalgınlık, sinirlilik, takıntı ve alınganlıklar, uyku ve iştah bozukluklarına neden olur. Seratonin geri alımını engelleyen ilaçlar sinaptik mesafede seratonin birikimine neden olur bu da seratonin eksikliğine bağlı gelişen bahsi geçen depresyon belirtlerinin düzelmesine sebep Olur.

Nör adrenalin dolaylı olarak dopaminerjik sistemini de etkiler İkisi de mutluluk, zevk alma, enerji, motivasyon, spontan davranış ve eyleme geçme, cinsel istek, bilgi işleme hızı, cinsel istek, haz ödül sisteminde görevlidir. Dolayısıyla ikisinin de düzeyindeki azalma mutsuzluk, çökkünlük unutkanlık dikkat konsantrasyon sorunları , cinsel isteksizlik, halsizlik bitkinlik, eyleme geçmede zorluğa neden olur. Nöradrenalin ve dopaminin sinaptik mesafedeki artışı bu şikayetlerin düzelmesine neden olur.

Anti depresanlar beynin dış dünyaya uyumu artıran ve beyin hücrelerinin ölümünü de engelleyen bdnf nt ve gnf gibi maddelerin salınımını da uyarır.

 

 

 

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

ŞİZOFRENİ

Şizofreni nedir?

Şizofreni, genelde genç yaşlarda ortaya çıkan, gerçeği değerlendirme ve normal sosyal ve toplumsal hayat sürdürebilme yetilerinin oldukça bozulduğu ciddi bir psikiyatrik hastalıktır. Şizofreni, kelime anlamı olarak ruh bölünmesi anlamına gelir. Bu halk arasında çift karakterlilik gibi algılansa da aslında çift ya da daha çok karakterli olmayı içinde barındıran disossiatif bozukluklar tamamen farklı hastalıklardır. Şizofreni hastaları, olmayan sesler duyabilir, görüntüler görebilir (halüsinasyon) ve ya herhangi bir temele dayanmayan inanç ve gerçekliklere sahip olabilir (hezeyan yada sanrı). Günlük yaşamlarında zorluk yaşatan temel problemleri bunlardır.

Psikiyatrik hastalıklar en genel anlamda psikozlar ve nevrozlar olarak ikiye ayrılır. Bu kategoriler gerçeği değerlendirme yetisine göre ayrılmıştır. Psikozlarda gerçeği değerlendirme yetisi bozulur, nevrozlarda ise korunur. Nevrozlar grubunda, obsesif kompülsif bozukluk, anksiyete bozukluğu gibi hastalıklar yer alırken psikozların en tipik örneği şizofrenidir.

Şizofreni, insanlığın ilk dönemlerinden beri bilinen bir hastalıktır. Hatta evrimsel süreçte oluşan insanlara özgü beyin yapısının bir getirisi olduğu tahmin edilmektedir. Bir hastalık olduğu bilinmeden önce şizofreni genelde doğaüstü güçlere ve metafizik kavramlara bağlanmıştır. ‘Cin-ruh çarpması’, ‘ruhuna şeytan girmesi’, ‘cadılık’ gibi kültüre ve inanca bağlı sonsuz adlandırmalara maruz kalmıştır. Şizofreni bulaşıcı bir hastalık zannedilmiş, hastalar tecrit edilmiş ve tedavi adı altında türlü işkencelere maruz bırakılmışlardır. Hastalık olarak tanımlandığı ilk haliyle ise erken bunama olarak adlandırılmıştır. Günümüzde psikiyatri ve sinirbilimdeki ilerlemeler hastalığın kontrolünde ve yönetiminde o günlere oranla çığır açmıştır.

Genetik ve çevresel faktörlerin birleşiminden oluştuğu düşünülen şizofreninin tam olarak nedeni hala aydınlatılamamıştır. Erkeklerde daha sık görülmekte ve toplumun ortalama %1’ini etkilemektedir. Kesin bir tedavisi bulunmamaktadır fakat hastalık oldukça iyi düzeyde kontrol altına alınabilir ve günlük yaşam normalleştirilebilir.

Şizofreni belirtileri nelerdir?

Şizofreninin pek çok insani ve sosyal işlev üzerinde oldukça belirgin negatif etkileri olur. Bunların en önemlileri düşünce ve algı işlevinde görülür. Bu işlevler ve bozulmalarına değinmek gerekirse:

  • Bilinç ve dünyayı yorumlama yetisi: Genelde hastaların çoğunda bilinç açık ve aktiftir. Nerede olduğunu, hangi zamanda olduğunu, kim olduğunu bilir, etrafındakileri tanır fakat gerçekliği değerlendiremez. Gerçek dünyada var olan durumlarla, hastalığın sebep olduğu zihin karmaşalarını ayırt edemez. Psikoz olması da bu sebeptendir, farklı bir gerçeklik içinde yaşarlar.
  • Algılama bozuklukları: Şizofreni için en tipik bozulmalardan biri de algı alanında yaşanır. Burada değinilmesi gereken çok önemli iki kavram vardır; halüsinasyon ve illüzyon.

 

Halüsinasyon ya da varsanı, gerçekte var olmayan seslerin duyulması, görüntülerin görülmesi, kokuların alınması gibi algı çarpıklıklarıdır. En sık işitsel halüsinasyonlar duyulur. Bunlar karışık sesler-gürültüler, müzikal sesler, emredici ya da eleştirici insan sesleri gibi pek çok farklı formatta ortaya çıkabilir. Bu sesler hastanın kendi iç sesi olarak ya da farklı bir ses olarak duyulabilir. Bazen çeşitli eylemlere teşvik edebilir ve ya şefkat gösterici-rahatlatıcı da olabilirler. Kısacası tamamen hastaya özgü öngörülemez durumlardır fakat genelde aynı hasta için belirli tarzlarda oluşur, sürekli değişmez.

İllüzyon yada yanılgı ise, var olan dış uyaranların yanlış yorumlanması ve algılanması sonucu oluşur. Birinin söylediği cümleden mesaj çıkarmak, duvarda gördüğü gölgeyi bir varlık gibi algılamak gibi çeşitli şekillerde görülür.

  • Düşünce bozuklukları: Şizofreni için oldukça tipik düşünce bozuklukları sanrılardır (hezeyanlar).

Sanrı yada hezeyan, hiçbir mantıklı gerçeğe dayanmayan, aksi kanıtlansa bile hastanın ikna edilemediği, anlamsız, tuhaf inançlar ve düşüncelerdir. Bunlar arasında,

 

Kötülük sanrıları, birilerinin kendisine kötülük yapacağına emin olma, yakınlarının kendisine zarar vermek için beklediklerini düşünme gibi düşüncelerdir.

Mistik sanrılar, önemli bir dini ya da kültürel figür oldukları düşünceleridir. Peygamber, tanrı, evliya, cadı, büyücü olduklarını düşünebilirler.

Alınma sanrıları, alakasız kişilerin sözlerinin, internette okuduklarının, televizyonda izlediklerinin kendisine mesaj ya da yönlendirme olduğu düşünceleridir.

Bedensel sanrılar, vücudunda çeşitli organ kayıplarının, sakatlıkların, yaralanmaların meydana geldiğini hissedebilirler, cinsiyetlerinin değiştiğini düşünebilirler.

Nihilistik sanrılar, yok olma, parçalanma, toz olma, havaya karışma, buharlaşma gibi kaygılar yaşarlar. Yavaş yavaş bu sürece girdiklerini düşünürler.

Büyüklük sanrıları, çok önemli ve özel bir konumda olduklarını düşünürler. Çok zengin bir kişi, devlet başkanı, toplum önderinin yerinde olduklarını düşünebilirler.

Kontrol etme sanrıları, insanları yönlendirme ve etkileme becerileri olduğuna inanırlar.

Erotomanik sanrılar, herkesin onlarla cinsel anlamda ilgilendiğini ve flört ettiğini düşünürler. Bu insanların arasında ünlü sanatçılar, toplumca tanınan figürler, kendine göre üst konumda

kişiler (patron, öğretmen gibi) kişiler bulunur.

 

  • Konuşma ve düşünce şekli bozuklukları: Konuşmalarını dinlemek ve anlamlandırmak diğer insanalar için güçleşir. Zaten bir anlamı olmayan, gereksiz şeyler de söylüyor olabilirler. Bunlara laf salatası Laf salatasının sebebi genelde kafalarındaki fikir uçuşmalarıdır. Sıradan insanlar gibi belirli düşünce aşamaları geçirmezler, yalnızca kafiyeli olduğu için arka arkaya sözcükleri sıralayabilirler, karşıdakinin yada kendi sözlerini tekrarlayabilirler. Veya tüm bunların aksine tamamen konuşmayı bırakıp sessizliğe gömülebilirler (mutizm).
  • Duygulanım bozuklukları: Duygulanımları genelde künt hale gelmiş yani, fakirleşmiş, azalmış, soluklaşmıştır. Ayrıca yer ve zamanla uyumsuz duygulanmalar gösterebilirler, birden ağlamaya başlayıp, cenazede kahkaha atabilirler.
  • İçgörü bozukluğu: İçgörüleri genelde bozulmuştur, hasta olduklarını farkında değillerdir ve kabul etmezler.
  • Günlük hayata uyum bozukluğu: kişisel hijyen-bakım gibi faktörleri sık sık ihmal ederler. Banyo yapmayabilirler, kirli, yırtık kıyafetlerle dolaşabilirler, saçları sakalları karışabilir. Hırpani ve bakımsız görünüşte olabilirler. Bu elbette şart değildir dışarıdan anlaşılamayacak hastalar da vardır ve hastalığın durağan olduğu dönemlerde pek çok hasta kısmen normal görünür.
  • Davranış ve hareket bozuklukları: Davranışlarını dürtüsel ve içten geldiği gibi düşünmeden Bu durumlarda toplumca oldukça tuhaf karşılanacak davranışlar gösterebilirler. Toplum içinde mastürbasyon yapma, idrarını-dışkısını yapma, küfür etme gibi şeyler yapabilirler ve bu onlara tuhaf gelmez.

Ayrıca karşıdakinin davranışlarını aynalayabilirler, taklidini yapabilirler, belirli hareketleri sürekli arka arkaya amaçsızca yapabilirler (kıyafetini çekiştirmek, kafasını kaşımak gibi) ya da garip bir postür alıp öylece kalabilirler.

Yukarıda sayılan şizofreni belirtileri 2 ana gruba ayrılır: pozitif ve negatif belirtiler. Burada kastedilen olumluluk ve olumsuzluk anlamı değildir. Sağlıklı ruh haline ek olarak beliren ve sağlıklı ruh halinden eksilen belirtiler olarak anlatılabilir.

Pozitif belirtiler; sanrılar (hezeyanlar), halüsinasyonlar, katatoni (hareketsiz donuk duruş)

Negatif belirtiler; İsteksizlik-keyifsizlik, içe kapanma, öz bakımda azalma, duygusal boşluk ve hissizlik hali, düşüncelerde fakirleşme ve ya saplanmalardır.

Etiket: sanrı, halüsinasyon, illüzyon, varsanı, hezeyan, katatoni, isteksizlik, keyifsizlik, depresyon, öz bakımda azalma, duygusal boşluk ve hissizlik, düşüncelerde fakirleşme, gerçeklik algısında bozulma, balmumu katılığı, laf salatası, içgörü bozukluğu, fikir uçuşmaları

Şizofreninin alt tipleri nelerdir?

Günümüzde alt tiplere göre tedavi yaklaşımı pek değişmediğinden, son klinik rehberden tiplendirme çıkarılmıştır fakat belirtilerin farklılığı açısından bahsetmekte fayda vardır.

Paranoid şizofreni: En sık görülen şizofreni tipi olup, paranoyalarla seyreder. Düşünce içeriğindeki bozukluklar tipiktir, halüsinasyonlar ve sanrılar sık izlenir ve geniş yer tutar. Agresif ve yüksek perdeli hareketleri olabilir, insanlara ürkütücü gelebilirler. Paranoyalar gerçeğe dayanmayan şüphelerle karakterize çarpık düşüncelerdir. Örneğin, ‘takip ediliyorum peşimde birileri var’, ‘beni yok etmek, öldürmek istiyorlar ‘bu yemeği yemeyeceğim çünkü içinde zehir var’ gibi.

Heberfrenik (dezorganize) şizofreni: Daha çok erken yaşlarda başlar, çocuksu-aşırı hareketlerde bulunurlar. Dezorganize, yani düzensiz-anlamsız konuşmalar, laf salataları çoktur. Tutarsız, anlamsız eylemlerde bulunurlar. Gidişatı en kötü tiptir.

Katatonik şizofreni: En bilinen özelliği tuhaf vücut pozisyonlarında ve sabit şekilde, öylece uzun süreler durabilmeleridir. Herhangi bir şekilde başka bir pozisyon verilirse bu şekilde kalır. Buna balmumu katılığı denir. Bunların yanında depresif, konuşmayan, yemeyen içmeyen ve uyumayan durumda olabilirler.

Rezidüel (kalıntı) şizofreni: Önceden şizofreni tedavisi görmüş, çoğunlukla hezeyanları ve halüsinasyonları atlatmış hastalarda kalıntı olarak ruh hali düşüklüğü, duygularda silinme, hissizleşme, tiklerde ve tekrarlayan davranışlarda artış gibi belirtiler görülebilir.

Ayrışmamış şizofreni: Birçok tipin özelliklerini bünyesinde barındırır. Karma semptomlar gösterir.

 

Şizofreni nedenleri nelerdir?

Şizofreni için maalesef bilinen ve üzerinde uzlaşılmış bir sebep hala yoktur. Genetik ve çevresel faktörlerin bir araya gelerek hastalığın oluşmasında etkili olduğu bilinmektedir. Annesi ve ya babasında şizofreni olan kişilerde oran %10 civarı iken, tek yumurta ikizlerinde %50nin üzerinde olması genetiğin etkisinin güçlü olduğunu kanıtlar fakat tam olarak genetik aktarılan bir hastalık değildir, birden fazla genin farklı mekanizmalarla etkinlik gösterdiği düşünülmektedir.

Günümüzde şizofreni için edinilen en net bilgi, beyindeki bir takım ‘nörotransmitter’ maddelerin dağılımlarındaki bozukluklardan kaynaklandığıdır. Nörotransmitterler, sinir hücrelerinin birbiriyle iletişimlerini sağlayan kimyasal moleküllerdir. Şizofreni için en önemlisi ise Dopamindir. Dopamin reseptörleri üzerindeki bozukluklar sonucu fazla dopaminin beyinde toplanması şizofreni için tipiktir. Ayrıca şizofreni tedavisi için geliştirilmiş ajanlar da bu dopamin reseptörleri üzerinden etkinlik gösterir.

Çevresel faktörlerin tam olarak neler olduğu belirlenememekle beraber, bazı virüs ve bakteriler, sinir sistemi enfeksiyonları, ek hastalıklar, doğum ağırlığı, doğulan mevsim gibi faktörler araştırılmış, bazılarında yatkınlıklar bulunmuş fakat tam olarak hiçbiri kesin ortaya konamamıştır.

Bazı durumlarda, ağır travmalardan sonra psikotik belirtiler (halüsinasyonlar, sanrılar gibi) görülebilir. Bu tablo şizofreni nedeni değildir, çok daha iyi seyirli ve geçici bir tablodur. Travmanın çözülmesiyle beraber iyileşecektir. Ayrıca bipolar bozuklukta ve depresyonda da birtakım psikotik belirtiler ortaya çıkabilir fakat bu durumlar da şizofreni nedeni veya alt tipi olarak değerlendirilemez. Duygudurum bozukluklarında (bipolar ve depresyon) halüsinasyonlar ve sanrılar içinde bulunulan ruh haliyle bağlantılıdır, sürekli değildir ve ataklar geçince sonlanır. Örneğin depresyonda olan bir kişi üzerinde bir işaret olduğunu ve bunu insanların gördüğünü zannedebilir ama bu altta yatan utanç ve suçluluk duygusu kaynaklıdır. Şizofrenide ise tedavi alınmadığı takdirde halüsinasyonlar ve varsanılar dağınık, anlık ve içinde bulunulan durumla alakasızca ortaya çıkar.

Şizofreni için hangi doktor ve hangi bölüme, ne zaman gidilmeli?

 

Şizofreni ile ilgilenen bölüm Ruh ve Sinir Hastalıkları (Psikiyatri) bölümüdür. İlgilenen hekimler de psikiyatristlerdir. Yalnız, şizofreni tedavisinde en önemli handikap hastaların iç görü yeteneğinin kaybolmuş olmasıdır, yani hastalar hasta olduğunu farkında değildir. Dolayısıyla hastaların ailelerine, çevrelerine, eşlerine, anne babalarına ve ya yakınlarına çok fazla görev düşmektedir. Psikiyatrist dışında kimseye başvurmanın herhangi bir faydası olmaz çünkü psikologların, psikolojik danışmanların ve psikoloji ile ilgilenen herhangi bir meslek grubunun organik psikiyatrik hastalıklarını tedavi etme yetkinliği yoktur.

Şizofreni bazen bir anda gürültülü şekilde başlayabilir, bazense tam tersi seneler içinde sinsi ve çok yavaş ilerler. Gürültülü başlaması gidişat için daha olumludur çünkü mutlaka hastada bir problem olduğu fark edilecek ve hekime yönlendirilecektir. Sinsi başlayan hastalıkta ise bu pek mümkün olmayabilir. Genelde sinsi başlayan hastalıklar erken yaşları sever ve hafif depresyon, içe kapanma, ilgisizlik, duygusuzluk, çevreyle iletişimin bozulması, okul başarısında düşme gibi belli belirsiz pek çok sağlıklı insanda da zaman zaman görülebilecek semptomlarla kendini gösterir.

Her zaman yakalamak kolay olmasa da doktora gitme zamanı için söylenebilecek en önemli şey, hastanın uzun süredir normal halinden çok farklı hareketleri varsa, bu hastalıkların alkol-madde kullanımı gibi mantıklı bir izahı yoksa, paranoyalar ve rutinde hastada mevcut olmayan düşünce bozuklukları ortaya çıktıysa mutlaka hastanın bir Psikiyatri uzmanına götürülmesi gerekir.

Bunun için hasta uygun şekilde ikna edilmeli, kesinlikle şiddete ve zorlamaya başvurulmamalıdır. Kendiniz için gidiyormuş gibi yapılabilir, başka bir sebepten gidileceği anlatılabilir ve ya yumuşak huylu hastalarda konuşarak ikna edilebilir, doktora gidildikten sonrası için hoşuna gidecek planlar yapılabilir en kötü ihtimalle kendiniz bir psikiyatriste gidip durumu anlatıp bu konuda yardım isteyebilirsiniz, en iyi yönlendirmeyi uzman hekimler yapacaktır.

TEDAVİSİ

 

Şizofreni teşhisi

Öncelikle teşhis için kullanılan bir şizofreni testi bulunmamaktadır. Tüm psikiyatrik hastalıklar gibi şizofreni için de günümüzde hekimlere rehberlik eden, DSM-5 (psikiyatrik hastalıkların sınıflandırılması ve teşhisi için oluşturulmuş bir ortak kılavuz) kullanılır.  DSM5’e göre şizofreni teşhisi için gereken kriterler şunlardır:

1-Aşağıdaki karakteristik şizofreni belirtilerinden en az 2sinin 1 ay süre boyunca kendini göstermesi (bu 2 belirtiden biri sanrı, varsanı yada dezorganize konuşma olmalı)

  • Sanrılar (Delüzyon)
  • Varsanılar (Halüsinasyon)
  • Dezorganize konuşma (saçmalama, alakasız konuşma, kafiyeli ve tekrarlayan kelimelerle anlamsız cümleler kurma)
  • Dezorganize ya da katatonik davranış (alakasız, fevri, dürtüsel, ortamla uyumsuz davranışlar -bağırma, küfür etme, yenmeyecek şeyleri yeme, uygunsuz, tuhaf giyinme, sokak ortasında tuvalet ihtiyacını karşılama gibi- ya da hareketsiz, katı, robot gibi durmak, hiçbir şey yapmamak)
  • Negatif belirtiler (depresyon, ilgi-istek azlığı, duygulanmada azalma, donukluk)

2- Sosyal, mesleki yaşam ve ya öz bakımın sekteye uğraması bu başlıklarda fonksiyon ve ilgi azalması

3- Bu belirtiler 6 ay boyunca kesintisiz sürmelidir.

4- Hastada başka psikiyatrik hastalıkların ve duygudurum bozukluklarının bulunmaması gerekir.

5- Bu semptomları açıklayacak başka bir tıbbi durum ve alkol-madde-ilaç kullanımı olmamalıdır.

6- Eğer hastada bir gelişim problemi varsa (otizm gibi) şizofreniye has semptomların 1 ay sürmesi yeterlidir.

Bu kriterlerin ışığında, psikiyatri uzmanı klinik tecrübesine ve bilgisine dayanarak teşhis koyacaktır. 6 aydan önce hekime başvurulması durumunda, tanı başka isimlerle konur ve hasta gözlem altına alınır. Geçici psikotik atak veya şizofreniform bozukluk yaşanıyor olabilir, bu durumların çözümü ve tedavisi çok daha basittir, kalıcı değillerdir.

Şizofreni tedavisi

Şizofreni tedavisi genel olarak medikal tedavi yani ilaç tedavisi üzerinden yürütülür. Maalesef çoğu hastada ömür boyu düzenli ilaç kullanımı gerekli olmaktadır. İlaçların oldukça geniş bir yan etki yelpazesi vardır ve çoğu hastaların günlük hayatına etki edecek düzeyde sorun yaratır. En doğru tedaviyi ve ilacı bulmak zaman alabilir, başlangıçta hastalar bu konuda problemler yaşayabilir. İlaç tedavisini bırakmak ve ya istismar etmek asla yapılmaması gereken bir şeydir. Yan etkilerin normal ve ya geçici olup olmadığını öğrenmek için hekime başvurmak gerekir. Hastaya uygunsuz bir tedavi ise hekim ilacın kendisini ve ya dozunu değiştirecek, tedaviyi maksimum faydaya göre ayarlayacaktır.

Şizofrenide, özellikle de katatoni (hastanın aşırı hareketsiz ve sabit olduğu, konuşmaktan kaçındığı donuk hal) belirtisi mevcutsa tedavisi için yaygın kullanılan bir yöntem de elektrokonvülzif terapidir (EKT). Halk arasında oldukça korkutucu olarak bilinen ve medyadan yansıdığı kadarıyla hakkında bir çok önyargı olan EKT aslında oldukça etkin, kısa sürede sonuç veren, akut durumların müdahalesinde oldukça işlevsel bir tedavi şeklidir. Filmlerde, dizilerde görüldüğü gibi hasta uyanıkken, acılar içinde, travmatik şekilde uygulanmaz. Tam tersi hasta genel anestezi alır, hiçbir şey hissetmez. Beyin rutin olarak çalışırken mini ölçekte elektrik dalgaları ile beyin içinde düşünce ve duyguların aktarımı sağlanır. EKT, şizofreni hastalarında (major depresyon, bipolar, ilaçlara cevapsız psikiyatrik hastalıklar gibi başka durumlarda da) yanlış çalışan elektrik aktivitenin düzeltilip semptomların azaltılmasını amaçlar. Ayrıca, gebelerde EKT kullanımının ilaçlardan daha uygun olması sebebiyle tercih edilir. Hastada, yeni geçirilmiş kalp krizi, beyin kanaması, beyin tümörü, kemik erimesi ve ya hipertansiyon gibi durumlar varsa uygulanmaz.

Psikoterapi çok sınırlı hastada ve durumda işe yarayabilir ama genel olarak kullanılan bir tedavi yöntemi değildir.

Psikiyatri hastalarının tedavisi için psikiyatri uzmanları hariç yetkin bir meslek grubu yoktur. Hastaları birtakım şifacı, bitkisel tıpçı, alternatif tıpçı gibi mesleği ve eğitimi belirsiz kişilere götürmek korkunç sonuçlara yol açabilir. İlaçların yerini de tutacak herhangi bir bitki, ot, meyve suyu vs. yoktur. Tedavide ilaçlar devreden çıkarılamaz ve gerekirse geçici sürelerde hastane yatışı ile tedavi gerekliliği oluşabilir.

Etiket: ilaç tedavisi, EKT, elektrokonvulzif terapi

 

Şizofreni ilaçları

Şizofreninin bir psikoz olduğunu belirtmiştik, doğal olarak şizofreni için kullanılan temel ilaç grubu da antipsikotik ilaçlardır. Gerekli durumlarda ve depresif belirtilerin yoğun olması durumunda geçici ve ya sürekli olarak tedaviye antidepresan ilaçlar da eklenebilir.

Antipsikotik ilaçlar temel olarak 2 grupta incelenir; tipik (klasik) ve atipik (tipik olmayan) antipsikotik ilaçlar.

Tipik antipsikotik ilaçların en sık kullanılanları, haloperidol, klorpromazin, tioridazin, flufenazin ve proklorfenazin olup, beyindeki dopamin alıcıları üzerinden etki gösterirler. Daha çok pozitif semptomlara etkili ilaçlardır (sanrılar, halüsinasyonlar gibi). Yan etkileri arasında, ani tansiyon düşmeleri, halsizlik-uyku hali ya da aşırı hareketlilik-duramama hali, ağız kuruluğu, kabızlık, görme bulanıklığı, cinsel fonksiyon bozuklukları, kadınlarda adet düzensizlikleri ve kesilmeleri, erkeklerde iktidarsızlık, memelerden gebelik dışı süt gelmesi, kısırlık, yüz-boyun kaslarında kasılmalar, ellerde titremeler bulunur.

En önemli yan etkilerinden biri de tardif diskinezidir. Tardif diskinezi, ağız şapırdatmaya benzeyen, hastanın kontrolünde olmayan ve oluştuktan sonra geri dönüşü olmayan bir çeşit tiktir. İlaçların ani kesilmesi ile şiddetlenir. İlaçların atipik ilaçlarla değiştirilmesiyle biraz geriler ama tamamen geçmez.

Atipik antipsikotik ilaçların en sık kullanılanları, klozapin, aripiprazol, ziprasidon, sulpirid ve kariprazin olup, beyindeki seratonin ve dopamin alıcıları üzerinden etki gösterirler. Daha çok negatif semptomlara (depresif ruh hali, ilgisizlik, enerji düşüklüğü gibi) etkilidirler. Yan etkileri arasında, kilo alımı, kan şekerinin ve kan yağlarının yükselmesi, bunlara bağlı insülin direnci, diyabet ve hipertansiyon, uyku hali-sakinlik, kabızlık, ağız kuruluğu, görme bulanıklığı vardır. Ayrıca klozapin istisnai olarak, kemik iliğinde tahribat yapabilir ve kan hücrelerinin oluşmasını bozabilir, takibi çok sıkı ve disiplinli yapılmalı, kesinlikle ihmal edilmemelidir.

İlaç seçimi, hastanın ek hastalıkları ve metabolik durumu, yaşı, sık gösterdiği semptomlar gibi pek çok faktöre bağlı olarak yapılır. Değiştirilmesi ve ya geliştirilmesi gerekebilir. Özellikle tedavinin başlarında uyumsuzluk görülmesi normaldir.

Etiket: antipsikotikler, antidepresanlar, atipik antipsikotikler, tipik antipsikotikler, haloperidol, klorpromazin, tioridazin, flufenazin, proklorfenazin, klozapin, aripiprazol, ziprasidon, sulpirid, kariprazin

Şizofreninin gidişatını ve tedavisini etkileyen faktörler

Şizofreni gidişatı hastadan hastaya oldukça değişkendir. Hastalar; 1 atak geçirip tamamen iyileşebilirler, atakları tekrarlayabilir– hastalık inip çıkan yoğunlukta olabilir, sinsice başlayıp kronik hale gelebilir. Gidişat üzerine etkisi olan faktörler şunlardır:

  • Ani başlangıçlı hastalıklar, sinsice ortaya çıkanlardan daha iyi seyreder.
  • Ciddi bir stres, travma, kaza ve ya hastalık neticesinde ortaya çıkanlar kendiliğinden ortaya çıkanlardan daha iyi seyreder.
  • Hastalık ortaya çıkmadan önce hastanın bir mesleği, ailesi, sosyal çevresi, normal bir hayatı olması olumlu bir faktördür.
  • Ailede ve ya hastada başka psikiyatrik hastalıkların olması (depresyon, bipolar gibi) tahmin edilenin aksine olumlu bir gidişata işaret eder. Tamamen sağlıklı bir çevrede oluşan hastalıklar daha tedaviye dirençlidir.
  • Hastaların pozitif belirtilerinin fazla olması negatif belirtilerinin fazla olmasından daha iyidir.
  • Hastalığın geç yaşta başlaması (özellikle 40 yaş üzeri) daha olumludur, genç yaşta başlayan hastalık daha inatçı olur.
  • Nörolojik problemlerin eşlik ettiği, sık atak geçiren, ailesinde şizofreni hastası olan, hastaların gidişatı daha olumsuz ve hastalıkları daha inatçıdır.
  • Hastalık ortaya çıkmadan önce evli olan, mutlu bir aile yapısı olan hastalar tedaviye daha iyi yanıt verir fakat bekar ya da dul, yalnız yaşayan, evsiz hastaların gidişatı daha kötü olur. Alkol-madde bağımlılığı, intihar gibi risklerden hastaları korumak ve psikiyatrik tedavinin sürdürülmesini, kontrolünü sağlamak için aile desteği hayati önem taşır.

 

Şizofreni tedavi edilmezse

Şizofreni tedavi edilmezse ölümcül olabilecek bir hastalıktır. Zira tedavisiz şizofrenide öz bakım sıfırlanmış, alkol-madde bağımlılığına yatkınlık, suça ve kendine zarar verme eğilimi artmış, düzenli bir işte çalışarak kendine bakabilme ihtimali ortadan kalkmıştır. Ayrıca sık sık evden kaçarak, sokaklarda yaşamaya başlayabilirler, kötü niyetli kişilerin istismarına uğrayabilirler kısacası sayısız tehlikeyle baş başa kalırlar.

Sanıldığı gibi şizofreni hastalarının büyük bir çoğunluğu toplum için tehlikeli değildir. Genelde hastalık kişinin kendi dünyasında cereyan eder ve zararı da en çok hastaya ve yakın çevresine olur fakat tedavisiz kalırlarsa herhangi bir kötü niyetleri olmadan da başka kişilere zarar verebilirler. Bu açıdan tedavinin düzenli ve zamanında yapılması hayati önem taşır.

Şizofreniye ne iyi gelir?

Şizofreniye iyi gelen faktörler genel olarak:

  • Sağlıklı bir beslenme ve uyku düzeni
  • Stresten uzak bir yaşam
  • Hastaya uygun bir egzersiz alışkanlığı
  • Edinilebilecek hobiler (resim yapma, müzikle ilgilenme, puzzle yapma, ahşap boyama, yazı yazma gibi)
  • Sağlam, samimi, destekleyici ve dikkatli bir aile yaşantısı
  • Ek, başka organik hastalıklar varsa bunların tedavisi ve çözülmesi
  • Mümkün olduğunca destekleyici olacak ve hastayı tetiklemeyecek düzeyde bir sosyal yaşam

Şizofreniye ne iyi gelmez?

Şizofreniye iyi gelmeyecek faktörler genel olarak:

  • Alkol-madde kullanımı kesinlikle önlenmesi gereken, tedaviye uyumu ciddi derecede bozan çok önemli bir faktördür.
  • Yalnız yaşamak, terk edilmişlik, kimsesizlik duygusu (belirli süre tedavi almış ve fayda görmüş hastalar yalnız yaşamlarını yürütebilecek seviyeye gelebilir fakat yeni vakalarda ve ya kontrol alınması güç hastalarda yalnız yaşam önerilmez)
  • Sözlü, fiziksel ve ya psikolojik her türlü şiddet (dışlanma, yargılanma, azarlanma, utanç duygusu dahil)
  • Sosyal izolasyon, ailelerin hastaları toplum içine çıkarmama davranışı görülebilir bu oldukça yanlıştır.
  • Fazla sorumluluk, para kazanma zorunluluğu, ebeveynlik, evlilik gibi hastaya yüklenen yük ve stres miktarının fazlalığı
  • İlaç tedavisinin ve rutin kontrollerin aksatılması, tedaviye uyumun düşük olması

Evlilik, Gebelik ve Şizofreni

Gebelikte şizofreni yönetimi oldukça zor bir süreçtir. Şizofreni hastalarının ebeveynliğe uygunluğu genelde düşük olduğundan evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları pek önerilmez. Ayrıca kullanılan ilaçların yan etkileri ve gebeliğe çoğu zaman uygun olmamaları da gebelik esnasında hastalığın yönetimini zorlaştırır. Hormonal iniş çıkışlar hastalığın gidişatını olumlu ya da olumsuz etkileyebilir, bu öngörülebilen bir durum değildir ama risk alınması da bebek ve anne açısından çok doğru olmaz. Çünkü sonuçta gerçekle bağlantısında problem olan bir anne adayının hayata bir birey getirmek için gereken özveride bulunması, kontrollerini tedavisini sürdürmesi, alkol-madde-sigara gibi bebeğe zararlı alışkanlıkları tamamen bırakması, kendine son derece iyi bakabilmesi zordur.

Bu durumda en önemli pay yine ailelere düşmektedir. Halk arasında şizofreni ve ya çeşitli psikiyatrik hastalıkların evlendirme ve anne baba olmayla ‘geçeceği’, ‘düzeleceği’ inancı vardır, bu kesinlikle yanlıştır. Tam tersi bu rahatsızlıkları yaşayan bireylerin zaten oldukça zorlu bir hayatı vardır ve buna evlilik, çocuk gibi stresli ve sorumluluk gerektiren kavramların sokulması çok sakıncalı olabilir, beklenmedik negatif sonuçlar doğurabilir.

Çocuklarda Şizofreni

Şizofreni çocukluk çağında neredeyse hiç görülmeyen bir hastalıktır. Çeşitli sebeplerle psikotik belirtiler ortaya çıkabilir fakat bunların genelde altında nörolojik ya da organik başka hastalıklar yatar. Özellikle beyin tümörleri, hormonal ve metabolik hastalıklar, gelişim bozuklukları halüsinasyonlara sebep olabilir.

 

Etiket Hastalığın alt isimleri: kişilik bölünmesi, ruh bölünmesi

Etiket Benzer Hastalıklar: Psikoz, şizoaffektif bozukluk, travmaya bağlı psikoz, şizoid kişilik bozukluğu, depresyon, major depresyon, unipolar duygudurum bozukluğu,

SSS

Şizofreni genetik (kalıtımsal) mi?

Şizofreninin birtakım genetik yatkınlıklar sonucu oluşabildiği bilinse de tam olarak işaret edilebilecek bir genetik bozukluk sonucu oluşmaz. Çevresel ve genetik faktörlerin bir araya gelerek hastalığı ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Aynı aile içinde psikiyatrik hastalıklar görülüyorsa, özellikle anne-babada ve kardeşlerde varsa şizofreni olasılığı sağlıklı topluma göre artmıştır.

Şizofreni hastaları kaç yıl yaşar?

Takdir edilebileceği gibi, bireylerin yaşam süresi yüzlerce faktöre bağlıdır ve öngörülmesi imkansızdır. İstatistiki bilgiler, şizofreni hastalarının ömrünün belli bir miktar kısalabileceğini göstermektedir. Bunun sebebi kullanılmak zorunda kalınan ilaçların ciddi yan etkileri, hastalığın beyinde yarattığı tahribat, hastalığa bağlı edinilebilen alkol-madde bağımlığı, intihar gibi risklerdir.

Ayrıca şizofreni kontrol altına alınamazsa, öz bakımın çok azaldığı bir durumdur. Beslenme, uyku düzenindeki bozukluklar, hijyen eksikliği gibi pek çok şey başta bağışıklık sistemi olmak üzere pek çok vücut sistemini negatif etkiler ve başka hastalıklara da zemin hazırlar.

Yine de kontrol altına alınmış, tedaviye doğru zamanda başlanan, günlük hayat düzeni normale yakın olan hastalarda ortalama yaşam süresi normal bireylerden ciddi bir farklılık göstermez.

Şizofreni hastaları nasıl davranır?

Şizofreni hastaları en basit ifadesi ile ‘tuhaf’ davranır. Bunlara tıbbi olarak, dezorganize davranışlar denmektedir. Olmayacak yerlerde olmayacak hareketler yapabilirler. Toplumun kendilerine nasıl bakacağı veya nasıl algılanacakları umurlarında değildir, zaten tuhaf davranışlar içinde olduklarını farkında da değillerdir. İç dünyalarına ve kafalarının içlerindeki sese göre davranırlar. Doğal olarak davranışlarında tutarsızlık, anlamsızlık, amaçsızlık ve uygunsuzluk görülür.

İnsanlara bağırıp çağırabilir, her şeyden şüphe duyabilir, yemek yemeyi reddedebilir, saatlerce hiçbir şey yapmadan heykel gibi oturabilir, kendine zarar verebilir, garip kıyafetler giyebilir, tuhaf makyajlar yapabilir, evde oturamayabilir kaçmak için sürekli fırsat kollayabilir, ağlama-gülme krizleri geçirebilir, takıntılı bir şekilde devamlı dua ve ibadet edebilir, anlamsız ve gerçekle bağdaşmayan şeylerden korkabilir, hiçbir şeye istek duymayabilir, duygulanmayabilir ve ya uygunsuz duygulanımlar yaşayabilir. Kısacası her şekilde, tahmin edilemez ve öngörülemez şekilde davranabilirler.

Şizofreni hastalarına nasıl davranılır?

Şizofreni hastalarıyla iletişim kurulurken mutlaka şefkatli, kucaklayıcı, anlayışlı olunmalıdır. Dünyada hiçbir şeyin çözümü şiddet ve ya zorlama olmadığı gibi bu hastalıklar için bu yolla çözüm imkansızdır. Hastalara bağırıp çağırmak, dövmek, dışlamak, eleştirmek, eve-odaya kilitlemek, toplumdan uzak tutmak yapılacak en kötü şeylerdir, durumu iyileştirmek bir yana çok daha kötü hale getirir. Unutulmamalıdır ki bu hastalar, durumlarını farkında değiller ve yaptıkları şeyleri bilerek yapmıyorlar. Doğal olarak konuşularak ikna edilmeleri imkansızdır.

Tedaviyle bir süre yol alındıktan sonra, hastalık kontrol altında ise, hastalarla normal iletişim kurulabilir, rutin hayata rahatça dahil olabilirler. İyileşme dönemindeki hastaları stres, olumsuz duygular, travmalar, yakınlarının kaybı, boşanmalar, ayrılıklar, taşınmalar gibi yaşam değişiklikleri tekrar atağa çekebilir. Bunlar hastanın yakınları kadar elden geldiğince önüne geçilmesi gereken faktörlerdir.

Şizofreni testi nasıl yapılır?

Şizofreninin herhangi bir testi yoktur. Psikiyatrik görüşme sonucunda hastanın ve yakınlarının dinlenmesiyle, hastanın gözlemlenmesiyle tanı konan bir hastalıktır. Herhangi bir görüntüleme yöntemiyle, kan testiyle yada hormon ölçümü ile tanı konabilen bir hastalık değildir.

Şizofreni nasıl başlar?

Şizofreni hastalara özgü başlangıç ve seyri olan bir hastalıktır. Bazı hastalarda ani bir stres ve ya travma sonrası ya da hiçbir sebep yokken birden bire agresif şekilde başlayabilir. Bu hastalar genelde agresifleşir, halüsinasyonları ve hezeyanları olur. Halüsinasyonların veya hezeyanların aksine hastayı ikna etmek mümkün olmaz ve uygunsuz, anlamsız hareketleri olur.

Bazı hastalarda, şizofreni sinsi sinsi başlar. Bu hastalar genelde, yavaşça kendilerini toplumdan uzaklaştırırlar, anlamsız hareketlerde bulunurlar, konuşmaları, duygulanmaları ve çevreyle iletişimleri bozulur. Okul-iş başarısında düşmeler olur. Bir süre sonra halüsinasyonlar ve hezeyanlar tabloya eklenir ve hastalık tablosu gelişir.

Bazı hastalarda ise bu iki tablonun karması bir şekilde hastalık başlayabilir. Özetle hastalar dikkatli incelenirse, yakınları tarafından net olarak fark edilebilecek belirtileri olur fakat kişilerin psikiyatrik hastaları yakınlarına ‘konduramaması’ sebebiyle, görmezden gelmesi ve ya yardım istemekten çekinmesi dolayısıyla pek çok hasta olması gerekenden geç tanı alır.

Bipolar bozukluk şizofreniye dönüşür mü?

Bipolar bozukluk ve şizofreni farklı psikiyatrik kategorilerde incelenen hastalıklardır ve birbirlerine dönüşmezler. Bipolar bozukluk içinde özellikle de mani dönemlerinde psikotik belirtiler ortaya çıkabilir. Fakat bunlar hastanın duygudurumu ile ilişkili olur. Örneğin hasta çok güzel ve dikkat çekici giyindiği için yolda yürüyen herkesin kendisine aşık olduğunu düşünebilir, bu bir sanrı yani hezeyandır. Şizofrenide ise öncelikle, sanrılar ve halüsinasyonlar ortaya çıkar buna göre hastanın ruhsal durumu şekillenir.

Ayrıca mani dönemi geçtiğinde ve akut atak atlatıldığında bipolar bozukluk hastalarında psikozların kaybolması beklenir. Eğer atak dışında en az 2 ay süren psikotik semptomlar mevcutsa hastada bipolar bozukluk değil, şizoaffektif bozukluk olabilir.

Şizofreni iyileşir mi, geçer mi?

Şizofreni genel olarak geçen ve tamamen iyileşen bir hastalık değildir. İlaçlar, takip ve düzenli tedavi sayesinde pek çok hayat fonksiyonu hastaya kazandırılabilir, ataklar azaltılabilir ve normal yaşam sağlanabilir. Yaşla beraber genelde şizofreni atakları da azalma ve zayıflama eğilimindedir. Hastalara öz farkındalık kazandırılarak, hasta olduklarının ve tedavi almalarının gerekliliği kavratılabilir.

Şizofreni atakları ne kadar sürer?

Şizofreni ataklarının ne kadar süreceği öngörülemez bir durumdur. Bu atağı harekete geçiren faktöre, hastanın durumuna, hastalığın süresine, kullanılan ilaçlara, tedaviye uyuma, kısacası pek çok faktöre bağlıdır. Hasta yakınlarına düşen en önemli görev atağın başladığını anladıkları anda vakit kaybetmeden hastayı tıbbi yardım almaya yönlendirmeleridir. Hastanelerin acil servislerinde bile ataklar anlık olarak kontrol altına alınabilir, kişinin kendine yada çevresine zarar vermesi önlenebilir ve psikiyatrist muayenesi mümkün olabilir.

Şizofreni kaç yaşında başlar? Doğuştan mıdır?

Şizofreni en sık, ergenlik sonu-erken yetişkinlik döneminde, 15-35 yaş aralığında ortaya çıkar. Nadir olarak 40 yaş üzerinde de ortaya çıkabilir ve ya herhangi bir yaşta ciddi bir travmanın ardından belirebilir. Doğuştan değildir. Kısmen genetik yatkınlığa bağlı olsa da çevresel faktörlerin daha ön planda olduğu düşünülmektedir. Ergenlik öncesinde ise yok denecek kadar az görülür.

Obsesif kompülsif bozukluk veya anksiyete şizofreniye dönüşür mü?

Obsesif kompülsif bozukluk ve anksiyete problemi olan hastalar kaygı bozuklukları yaşarlar ve doğal olarak kendilerine pek çok hastalığı veya negatif senaryoyu yakıştırmaya eğilimli olabilirler. Fakat obsesif kompülsif bozukluk, anksiyete veya panik atak şizofreniye dönüşmez. Bu hastalıklar nevrozlar sınıfında incelenir, yani hastaların gerçekle bağları kopmamıştır. Şizofreni ise bir psikozdur, hastaların gerçeklerle bağı kopmuş, durumlarına dair farkındalıkları kaybolmuştur. Anksiyete problemlerinde ise tam tersi, hastalar kendi durumların karşı artmış bir gözlem ve farkındalık durumu geliştirirler, kendilerini sürekli kontrol eder ve kaygılarını azaltmaya çalışırlar.

 

Kaynaklar

Kaplan & Sadock Psikiyatri

http://www.ctf.edu.tr/stek/pdfs/62/6205.pdf

 

 

 

.

 

 

 

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

PİROMANİ

PİROMANİ

Piromani nedir?

Piromani; yangın çıkarma ve bunu izlemeye karşı önlenemez şiddetli bir arzu duymakla ve yangını başlattıktan sonra keyif alma ve rahatlama hissetme ile karakterize bir ruhsal bozukluktur. Kelimenin kökeni Yunanca pyr (ateş) ve -mania (sevmek) kelimeleridir. Daha sık erkeklerde ortaya çıkan bir sorun olup pek çok bireyde ergenlik döneminde başlar fakat bu dönemde başka nedenlerle de ateş yakma davranışı gelişebileceğinden ayrımı iyi yapılmalıdır.

Piromaninin değerlendirilmesinde en önemli unsur kundakçılıktan ayrılmasıdır. Kundakçılık, herhangi bir cezalandırma, zarar verme, protesto, maddi veya politik kazanç amacı ile yangın çıkarma davranışıdır. Piromanide ise salt olarak yangından keyif alma söz konusudur. Piromanik bireyler herhangi bir amaç gütmez ve spesifik bir hedef seçmez. Aynı zamanda bu problemi yaşayan bireyler nesnelere, mekanlara veya araçlara yakarak zarar vermenin suç olduğunu farkındadır. Herhangi bir bilinçsizlik hali söz konusu değildir fakat eyleme yönelik arzu o kadar kuvvetlidir ki kendilerine engel olamazlar.

Yangın çıkarma davranışı göstermiş ve çeşitli suçlardan cezaevinde bulunan bireyler üzerinde yapılan bir araştırma göstermiştir ki çeşitli sebeplerle yangın çıkarmış bireylerin yalnızca %3 kadarı piromani kriterlerini karşılamaktadır. Bu şu demektir; piromani oldukça nadir görülen bir hastalıktır ve yangın çıkarmanın en sık görülen sebeplerinden biri değildir. Antisosyal kişilik bozukluğu, öfke kontrol bozukluğu, duygudurum bozukluğu, alkol-madde bağımlılığı gibi pek çok psikiyatrik sorun bilinçli olarak yangın çıkarmaya zemin hazırlayabilir. Bu durumların piromaniden net bir şekilde ayrılması gerekir.

Piromani yaşayan bireyler, yangınla ilişkili itfaiyecilik gibi mesleklere aşırı ilgili ve yakın olabilirler. Etraflarında çıkan bir yangına ilk koşan ve ilgiyle izleyen insanlardan olurlar. Söndürmeye teşebbüs etmeyecekleri gibi yangın karşısında büyülenir ve bir ferahlama duygusu hissederler. Bunu gizlemek için genelde duygularını diğer bireylere karşı tam tersi şekilde yansıtabilirler, pek çok insan etrafında piromani yaşayan bir birey olsa bile bunu fark etmez.

Piromani, dürtü kontrol bozuklukları başlığı altında sınıflandırılan bir psikiyatrik hastalıktır. Dürtü kontrol bozuklukları, herhangi bir eyleme karşı şiddetli, ertelenmesi güç ve kuvvetli bir arzu duyma hali ve söz konusu eylemi yerine getirememekten ötürü ciddi rahatsızlık duyma durumu olarak tanımlanabilecek psikiyatrik problemlerdir. Bu kategori altında aralıklı patlayıcı bozukluk, mitomani, kleptomani gibi pek çok alt başlık bulunur.

Piromani belirtileri nelerdir?

Piromaninin belirtileri çok sayıda olmasa da oldukça tipiktir. Genellikle belirtiler ergenlik ve erken yetişkinlik döneminde ortaya çıkar, sıklıkla erkeklerde görülür. En sık görülen belirtiler şunlardır:

  • Önüne geçmekte zorlanılan kuvvetli bir yangın çıkarma ya da ateş yakma isteği
  • Genelde tek bir yerde yangın çıkarmamak, farklı lokasyonlar seçmek
  • Yangın çıkarırken maddi-manevi zarar verme amacı taşımamak
  • Yangın çıkarmadan önce bu dürtüyle mücadele ederken aşırı gergin ve kaygılı hissetmek
  • Yangın çıkardıktan sonra gelen rahatlama ve hafifleme duygusu
  • Günlük hayatta mutsuz, gergin, stresli bir birey olma
  • Alkol kullanımı ve madde bağımlılığı
  • Çocukluk çağında yaşanmış özellikle de ateşle ilgili travmaların varlığı

Piromani nedenleri nelerdir?

Piromani ve diğer dürtü kontrol bozukluklarının sebebi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Çocukluk veya ergenlik dönemindeki travmatik yaşantılar ortaya çıkmasını tetikleyebilse de temelinin genetik ve nörokimyasal (beyindeki çeşitli kimyasal maddelerin işlevlerinde değişiklik) olduğu düşünülmektedir.

Piromani için hangi doktor ve hangi bölüme, ne zaman gidilmeli?

Piromani ruhsal bir hastalıktır. Başvurulması gereken bölüm psikiyatri yani ruh ve sinir hastalıkları bölümüdür. Pek çok ruhsal hastalıkta olduğu gibi bireylerin hekimden önce psikologlara başvurması da olasıdır. Piromaninin doğru tanısının konması ve gerekirse ilaç tedavisi düzenlenmesi psikiyatri uzmanı hekimlerin sorumluluğundadır fakat tedavi aşamasında psikoterapi yine klinik psikologlar ile yürütülebilir.

Bireyin kendisi, bir yakını, özellikle de çocukluk veya ergenlik çağındaki aile bireyleri; amaçsızca yangın çıkarma davranışı, ateşi ya da yangını rahatlama, neşelenme ile seyretme ve korku, telaş, kaygı gibi doğal tepkiler vermeme gibi davranışlar sergiliyorsa bir psikiyatri uzmanına başvurulması gerekir.

TEDAVİSİ

 

Piromani teşhisi

Piromani teşhisinde ilk aşama elbette ki bireyin şikayetleri ile hekime başvurmasıdır. Hekim şikayetleri ve tıbbi hikayeyi dinleyecek, ardından da psikiyatrik görüşme yapacaktır. Tıbbi hikaye içinde; kullanılan ilaçlar, mevcut kronik bedensel hastalıklar, bireyde ve ailede ruhsal başka bir hastalık varlığı, yakın dönemde veya çocukluk döneminde yaşanmış travma öyküsü gibi faktörler sorgulanabilir.

Genel olarak tüm ruhsal hastalıkların ve doğal olarak piromaninin de teşhisinde uluslararası kabul gören kriterleri içeren kılavuzlar kullanılır. Bunun için ülkemizde en sık, Ruhsal Hastalıkların Sınıflandırılması Kılavuzu (DSM-5) kullanılır. Kılavuzdaki ölçütler hekimin klinik deneyimi ve görüşüyle de uyuşursa tanı konur. Piromani için özel oluşturulmuş bir test yoktur.

Tanı kılavuzu DSM-5’e göre piromani kriterleri şunlardır:

  • Birden çok yerde kasti olarak yangın çıkarmak
  • Yangın çıkarma eylemini gerçekleştirmeden önce gerginlik veya tahrik edilmişlik hissi yaşamak
  • Yangınla ilgili her şeyi aşırı merak uyandırıcı ve ilgi çekici bulmak (eşyalar, ekipmanlar, yangınla uğraşan meslekler gibi)
  • Yangın çıkardıktan veya çıkmış bir yangını izledikten sonra gelen rahatlama, keyif ve tatmin duygusu
  • Yangın çıkarmanın, politik bir amacı olmaması, şiddet ve öfke ifadesi olarak kullanılmaması, birinin yaşam kalitesine etkisi bulunacak maddi-manevi bir amaç taşımaması ve yangın çıkarma anında herhangi bir madde veya akıl hastalığının etkisi altında olmamak
  • Yangın çıkarma davranışını daha iyi açıklayan davranış bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu veya duygudurum bozukluğu gibi bir psikiyatrik durumun var olmaması

 

 

 

Piromani tedavisi

Piromani ve diğer dürtü kontrol bozukluklarının tam olarak hangi nedene dayandığı bilinemediğinden kesin bir tedavisi de mümkün değildir. Fakat bu bozuklukların daha çok düşük sosyokültürel düzeyde ve düşük iletişim becerilerine sahip bireylerde ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir. Bu da, bireylerin bilişsel davranışçı terapi gibi öz farkındalıklarını ve yaşam becerilerini geliştirebilecekleri tedavilerin işe yarayabileceğini ortaya koyar.

Ayrıca, psikoterapi ile geçmişteki travmalar ve sıkıntılı yaşantıların da iyileştirilmesine katkı sağlayarak bu bireylerin yaşayabileceği alkol-madde bağımlılığı, kaygı bozukluğu gibi ek psikiyatrik problemlerin de çözülmesini sağlayabilir. Psikoterapiye ek olarak bazı durumlarda ilaç tedavisi de bir seçenek olabilir.

Piromani ilaçları

Piromani için özel onay almış bir ilaç mevcut değildir. Hiçbir ilaç tek başına piromaniyi tedavi etmez. Kaygı bozukluğu, obsesif bozukluk, kişilik bozuklukları, alkol madde bağımlılığı gibi ek psikiyatrik problemi olan bireylerde ise ilaç kullanımı genelde gerekli olmaktadır. Bireyin atakları çok şiddetli ise, sık sık yangın çıkarma dürtüsüyle baş etmesi gerekiyorsa veya gerginlik-kaygı hisleri günlük fonksiyonlarını yerine getirmesine engel oluyorsa ilaç tedavisine başvurulabilir.

En sık kullanılan ilaç grupları ise antidepresanlar, bağımlılık ilaçları ve duygudurum düzenleyicilerdir. Kaygıyı gidermek, bireylerin öfke ve travma ile baş etmesini kolaylaştırmak ve bağımlılıktan kurtulmasını sağlamak amaçlanır.

 

Piromani tedavi edilmezse

Piromani ve diğer dürtü kontrol bozuklukları bireylerin yaşamın doğal akışına uyumsuz, huzur kaçıran, sonrasında pişmanlık uyandıran, yasal sorunlara yol açan ve sonuçta yaşam kalitesini ciddi oranda düşüren problemlerdir. Özellikle insan ilişkilerinde piromani diğer bireyleri ciddi derecede endişelendirebilir ve bireyle yakınlık kurmaktan kaçınmalarına, uzaklaşmalarına neden olabilir. Bu da zaten duygusal olarak yükleri ve çözülmemiş travmaları olan piromanik bireyleri duygusal olarak daha çok yıpratacaktır.

Bu bireyler kendilerine ateşle zarar verme ve hayatlarını tehlikeye atma eğiliminde değildir fakat kaza sonucu elbette istenmeyen durumlar ortaya çıkabilir. Ayrıca tedavi edilmeyen piromani yasal otoriteyle de ters düşmeye neden olabilir çünkü kamu malı veya insanların şahsi mallarına zarar vermek suçtur. Piromaninin tedavi edilmesi, altında yatan sebebin aydınlatılması ve çözülmesi bireyin yaşam kalitesini, sosyal ilişkilerini ve ruhsal durumunu ciddi derecede iyileştirecektir.

 

Piromaniye ne iyi gelir?

Piromani için yapılabilecek en olumlu eylem bireyin bu eğilimini fark etmesinin ardından zaman kaybetmeden profesyonel bir yardım almasıdır. Piromani gibi dürtü kontrol bozuklukları bireylerin kendi kendine ‘artık bunu yapmamalıyım’ diye telkinlerde bulunmasıyla çözülmez. Kökleri oldukça derin problemlerdir. Piromani yaşayan veya etrafında piromani yaşayan bireyler olanlara şu önerilerde bulunmak da mümkündür:

  • Piromaninin yalnızca bir rahatsızlık olduğu, kundakçılık veya vandalizmle oldukça farklı bir durum olduğu unutulmamalıdır.
  • Bireylere karşı cezalandırıcı, suçlayıcı bir tutum takınmanın iyileştirici bir yanı yoktur.
  • Bireylerin kendilerine de suçluluk, pişmanlık gibi duygularla yüklenmemesi, yalnızca çözüm araması gerekir.
  • Özellikle aile bireylerinin ve yakınların birey üzerinde gereğinden fazla titizlenmesi ve endişelenmesi yorucu ve stres verici olabilir. Daha çözüm odaklı, kapsayıcı ve anlayışlı bir yaklaşım faydalı olacaktır.

Piromaniye ne iyi gelmez?

Piromani yaşayan bireyin sorunlarını arttıracak, ek duygusal belirtiler vermesine veya yangın çıkarma isteğinin artmasına neden olacak faktörler ise şunlar olabilir:

  • Tedavi edilmemiş alkol-madde bağımlılığı
  • Bireyi piromaniye iten travmatik yaşantıların tekrar etmesi veya bir şekilde tetiklenmesi
  • Hukuk otoriteleri ile ters düşmek, ceza almak
  • Tedavi almamak, durumu görmezden gelmek ve bir sorun yokmuş gibi davranmak
  • Tedavi almayan bireyi zorlamak, cezalandırmak veya suçlamak

Çocuklarda piromani

Piromani çocuklarda pek rastlanmayan bir durumdur. Yangın çıkarma davranışı çocuk ve ergenlerde görülebilse de genellikle bu piromaniden kaynaklanmaz. Çocuk ve ergenlerde, duygudurum bozuklukları, dikkat çekme ihtiyacı, dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu, kişilik bozuklukları gibi pek çok neden yangın çıkarma veya ateş yakma davranışını tetikleyebilir. Aynı zamanda travmatik yaşantıları olan çocuklarda öfkenin bir dışavurumu olarak da bu davranış izlenebilir. Eğer eylem bir kişiye, spesifik bir mekana veya eşyaya yöneliyorsa muhtemelen altında başka bir amaç yatar. Piromani, herhangi özel bir amaç taşımadan yalnızca yangın çıkarma eyleminin kendisinden haz almaktır bu çocuklarda neredeyse hiç görülmez.

 

Etiket Hastalığın alt isimleri: ateş yakma hastalığı

Etiket Benzer Hastalıklar: mitomani, kleptomani, nemfomani, dürtü kontrol bozukluğu,

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

NEMFOMANİ

NEMFOMANİ (KOMPÜLSİF CİNSEL DAVRANIŞ)

Nemfomani nedir?

Nemfomani, kompülsif cinsel davranış ya da diğer adları ile hiperseksüalite ve ya seks bağımlılığının (cinsel bağımlılık) kadınlarda görülen formudur. Nymphe (latince kız) mania (latince delilik) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Nemfomani problemi olan kişilere nemfoman ya da nemfomanyak denir. Erkeklere özel incelendiğinde satyriasis adını alır. Yetişkinlik döneminde ortaya çıkan bir problemdir, çocuklarda görülmesi beklenmez.

Cinsel fanteziler, dürtüler ve davranışların kişinin tüm hayatını etkileyecek yoğunlukta yer tutması ile karakterizedir. Nemfomanlar, cinsel dürtü ve hareketlerini kontrol etmekte zorlanır ve bu durum bireyleri strese sokar. Sürekli cinsellikle ilgili düşüncelerle beyinleri meşguldür ve bu yönde arayış içindedirler. Bu durumdan memnun değillerdir ve maddi-manevi fayda sağlamak amacı ile yapmazlar. Bu bir rahatsızlıktır.

Bahsedilen cinsel davranışlar yalnızca 2 birey arasında fiziksel olarak yaşanan cinsel birliktelikle sınırlı olmak zorunda değildir. Mastürbasyon, birden çok cinsel partner, pornografi düşkünlüğü, fuhuş, online seks gibi pek çok cinsellikle ilişkili davranışta artış izlenebilir. Elbette sağlıklı bireyler de bu davranışları belirli ölçülerde gösterebilirler, bu bir bozukluk olarak adlandırılmaz. Bozukluk ya da rahatsızlık olarak adlandırıldığı nokta durumun; kişinin günlük, sosyal, akademik hayatını ciddi derecede etkilediği ve kontrol altına alınmakta zorlanıldığı noktadır.

Nedenleri, psikolojik ve ya fiziksel temelli olabilir, çoğu zaman da tam olarak aydınlatılamaz. Fiziksel sebeplerle ortaya çıkan nemfomaninin tedavisi daha kolay yapılabilmektedir. Psikolojik temelli olanları hem aydınlatmak hem tedavi etmek daha uzun ve zorlu bir süreç olabilir.

Tedavi edilmediği takdirde başta kişinin ikili ilişkileri ve aile hayatı olmak üzere, iş hayatı, ekonomik durum, sağlık durumu gibi pek çok önemli hayat parametresinde bozulmaya yol açacaktır. Bazı durumlarda tedavi edilebilir bazı durumlarda ise en azından kontrol altına alınabilir bir problemdir.

Nemfomani belirtileri nelerdir?

Nemfomani belirtileri kişiler, toplumlar ve kültürler arası farklılık gösterebilir. Kişinin ulaşabileceği imkanların düzeyi, ek psikiyatrik hastalıklar gibi pek çok faktör rahatsızlığın ortaya çıkış şekli üzerinde etkilidir. En sık görülen nemfomani belirtileri ise şunlardır:

  • Kişinin kontrolü dışında gelişen, uzun süren, kişinin zihnini ciddi derecede meşgul eden ve oldukça kuvvetli cinsel arzuların, fantezilerin ya da davranışların varlığı (cinsel açlık)
  • Sürekli ilişkiye girmek için uygun ortam ve kişi arama ya da kendini ciddi derecede yoracak kadar yoğun mastürbasyon yapma
  • Cinsel davranışlara elinde olmadan sürüklenme, kontrolsüzlük hissi
  • Davranış gerçekleştikten sonra rahatlama ve tatmin duygusu ardından gelişen ciddi pişmanlık, suçluluk hisleri
  • Bahsi geçen fantezi, arzu ve davranışların kontrol altına alınmaya çalışılması ve bunda başarısız olunması
  • Yalnızlık, depresyon, mutsuzluk, yas, kaygı, stres gibi durumları cinsel davranışlar ile aşmaya çalışmak, maskelemek
  • Tehlikeli ve kurulmaması gereken cinsel ilişkilerin ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesi (iş kaybı, yasal problem, ekonomik zorluk, aile ilişkilerinde bozulma, romantik ilişkilerde sadakatsizlik ve ya cinsel geçişli hastalık kapma/bulaştırma gibi durumları göze almak)
  • Sağlıklı ikili romantik ilişkiler kurma ve yürütmede zorluk çekmek

 

 

Etiket: cinsel açlık, kontrol edilemeyen cinsel arzu, suçluluk duygusu, tehlikeli cinsel eylemlerde bulunmak, ilişki problemleri, ilişki yürütememe

Nemfomani nedenleri nelerdir?

Nemfomani nedenleri fiziksel ve ya psikolojik kaynaklı olabilir. Fiziksel ve ya hormonal bir sebepten kaynaklandığında çözümü daha kolay ve net olur. Genel olarak bu 3 sebep üzerinde durulmaktadır:

  • Beyinde belirli kimyasalların dengesinin bozulması: Özellikle norepinefrin, serotonin ve dopamin gibi beyni aktive eden maddelerin beyinde miktarının artması artmış seksüel davranışa neden olabilir. Kullanılan psikiyatrik ilaçların da olumlu etkisi bu maddeleri düzenlemesinden gelir.
  • Beyin yolaklarında bozulma: İnsan beyni, düşünüldüğü gibi bölge bölge ve ya belirli bir yüzde ile çalışmaz. Pek çok aktivite esnasında beynin birden çok bölgesi aynı anda aktiflenir ve birbiri ile yolaklar aracılığı ile iletişim kurar. Bağımlılıkla ilgili pek çok problem de bu yolakların bozulması sonucu oluşmaktadır. Nemfomani için de sebep olarak düşünülmektedir.
  • Beyinde yapı bozuklukları: Epilepsi, demans, Parkinson Hastalığı, Kliver-Bucy Sendromu gibi kimyasal dengesinin bozulmasına ek olarak beyin yapısının da bozulduğu hastalıklar da nemfomani ortaya çıkarabilirler
  • Hormonal bozukluklar: Kadınlarda erkeklik hormonlarının (androjen) devamlı kullanımı ve buna benzer hormonal tedaviler özellikle meme ve rahim kanserlerinde kullanılmaktadır. Bu hormonların çok fazla alınması hiperseksüaliteye yol açar.

 

Nemfomani için hangi doktor ve hangi bölüme, ne zaman gidilmeli?

Nemfomani, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları (psikiyatri) bölümünün tanısını koyduğu ve tedavisini yürüttüğü bir psikiyatrik hastalıktır. Tedavide cinsel terapistler ve psikologlar da rol oynayabilir, hastalar terapiden ciddi fayda görebilirler fakat öncelikle bir hekim başvurulmalıdır çünkü altta yatan bir fiziksel durum varsa tanınması ve giderilmesi ancak böyle mümkündür.

Eğer kişi, cinsel dürtü ve davranışlarını kontrol etmekte ciddi zorluk yaşıyorsa, riskli olduğunu bildiği halde kendini bu tip davranışlardan uzak tutamıyorsa, sosyal hayat başta olmak üzere hayatının diğer bölümleri ciddi derecede etkileniyorsa mutlaka bir hekime başvurmalıdır.

Ayrıca, dürtüleri kontrol etmekte anlık olarak ciddi güçlük yaşanması, suç işleme ihtimali, kişinin başkalarına ya da kendilerine zarar verme ihtimali ve intihar düşüncesi varsa kesinlikle acilen bir sağlık kurumuna vakit kaybetmeden başvurmalıdır.

TEDAVİSİ

 

Nemfomani teşhisi

Nemfomani için herhangi bir cinsel bağımlılık testi ve ya hiperseksüalite testi bulunmamaktadır. Testler genellikle bedensel kaynaklı hastalıkları aydınlatmak için kullanılır.

Nemfomani bir psikiyatrik hastalık olduğu için psikiyatrik hastalıkların sınıflandırılması ve tanı alması için oluşturulmuş profesyonellere özel tanı kılavuzları teşhiste kullanılmaktadır. Bunun için en sık kullanılan kılavuz DSM-5’tir. DSM-5’te psikiyatrik hastalıklara ait kriterler bulunur fakat nemfomani için özel kriterler oluşturulmamış, nemfomani bir alt başlık altında incelenmiştir.

Hekim psikiyatrik görüşme esnasında şu soruları sorabilir ve yanıtlara göre tanıyı şekillendirebilir:

  • Genel sağlık durumunuz nasıl, kendinizi nasıl hissediyorsunuz, bir şikayetiniz var mı?
  • Ne gibi cinsel düşünceleriniz, aktiviteleriniz ve dürtüleriniz mevcut?
  • Bu düşünce, aktivite ve dürtülerin sıklığı ve yoğunluğu ne derecede?
  • Alkol, uyuşturucu ve ya ilaç kullanımınız var mı?
  • Aileniz, romantik partneriniz ve ya sosyal hayatınızdaki kişilerle ne gibi problemler yaşıyorsunuz, genel sosyal durumunuz nasıl?
  • Şikayete konu olan cinsel davranışların ne gibi negatif sonuçları oluyor?

Hekime başvuran kişinin bilgisi ve izni dahilinde yakınları, aile bireyleri ve ya eşi gibi kişilerden de probleme yönelik bilgi ya da görüş alınabilir, bu problemi daha net ve etraflı ele almak için istenen bir durumdur.

Unutulmaması gereken bir nokta da şudur ki, hekimler ve ya psikologlar hastanın özel bilgilerini üçüncü kişilerle kesinlikle paylaşamazlar, bu suçtur. Dolayısıyla ailenize, eşinize, tanıdığınız ve ya tanımadığınız kimseye izniniz olmadan sizin hakkınızda bilgi veremezler. Hekime karşı açık, net olmanız ve utangaç davranmamanız problemin çözümü için oldukça önemlidir.

 

Etiket: dsm-5, tanı kılavuzu, psikiyatrik görüşme

 

Nemfomani tedavisi

Nemfomani tedavisi genel olarak psikoterapi ve gereken durumlarda ilaç tedavisini içerir. Psikoterapi, psikolog ya da psikiyatristler ile görüşerek sorunun kaynağının bulunması ve buna bağlı çözümün aranmasını içeren tedavi yöntemidir, psikiyatrik pek çok hastalıkta faydalı olduğu bilinmektedir.

En sık kullanılan psikoterapi yöntemi BDT (bilişsel-davranışçı terapidir) olup, kişiye iç görü ve bilinç kazandırmayı amaçlayan, eski olumsuz davranışları yeni olumlu davranış kalıpları ile değiştirilmesini amaçlar.

Tedavide önemli bir basamak da var olan başka fiziksel ve psikiyatrik problemlerin de çözüme kavuşturulmasıdır. Genellikle nemfomaniye alkol ve madde kullanımı eşlik etmektedir. Bunun yanında, nemfomaniyi ortaya çıkaran Kliver-Bucy sendromu, epilepsi, Parkinson gibi beyin hastalıkları söz konusu ise mutlaka bunlar da tedavi edilmelidir.

Nemfomani tedavisi için öngörülebilecek bir süre ya da zaman dilimi yoktur. Her hastanın kendine has nedenleri, belirtileri ve hayat koşulları vardır. Buna bağlı olarak tedavi de değişecek ya da uzayıp kısalacaktır, bu süreç sabır gerektiren bir süreçtir. Problemli davranışlar aşıldıktan sonra bir süre de tekrarlamaların önlenmesi için çalışılması gerekir.

Nemfomani ilaçları

Nemfomani için özel olarak onay almış bir ilaç yoktur fakat problemin hastanın beynindeki kimyasal madde dengesizliklerinden kaynaklandığı düşünüldüğü için tedavide bu kimyasalları düzenleyen ilaçlar kullanılması yaygın bir durumdur.

Antidepresanlar, duygudurum düzenleyiciler, antipsikotikler ve bunların çeşitli kombinasyonları hastanın ek tıbbi problemleri, fiziksel durumu, problemin ciddiyeti, altında yattığı düşünülen sebep gibi pek çok faktöre göre hastaya reçete edilebilir.

Naltrekson daha çok alkol ve morfin bağımlılığı için kullanılan bir ilaçtır fakat genel olarak bağımlılık tedavisinde faydalı olduğu gösterilmiştir. Etkisini bağımlı olunan davranıştan alınan hazzı azaltarak gösterir. Beyin yeterince haz alamadığı ve tatmin olamadığı davranışı bırakmaya yaklaşır.

Etiket: antidepresan, duygudurum düzenleyici, antipsikotikler, naltrekson

 

Nemfomani tedavi edilmezse

Nemfomani tedavi edilmezse kişinin hayatını pek çok yönden etkileyecek problemler ortaya çıkar. En sık görülenleri şunlardır:

  • Vicdan azabı, suçluluk ve pişmanlık gibi duygularla baş ederken özgüven ve özsaygı problemi yaşanmaya başlanır.
  • Depresyon, anksiyete (kaygı), öfke kontrol problemi, intihar düşüncesi gibi ek psikiyatrik rahatsızlıklar ortaya çıkabilir.
  • Aile hayatında ve ya romantik ikili ilişkilerde sadakat problemi, yalan söyleme ve neticesinde ilişkilerin kaybı ve ya zarar görmesi kaçınılmazdır.
  • Tüm verimli ve boş zamanların cinsel aktivitelerin planlanması ya da pornografi gibi ulaşılabilir yollarla harcanması sonucunda maddi kayıplar oluşabilir.
  • Yeterli maddi duruma sahip olmayan kişiler özellikle maddiyat gerektiren cinsel aktiviteleri gerçekleştirmek amacı ile borçlanabilir ya da yasal olmayan yollara başvurabilir.
  • Kişi cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından risk grubuna girer. HIV, trahom, hepatit virüsleri, gonokok, HPV gibi pek çok hastalık etkeninin geçişi kolaylaşır.
  • Alkol ve madde kullanımı artabilir ve ya başlayabilir.

Nemfomaniye ne iyi gelir?

Nemfomaniye iyi gelecek faktörlerin başında profesyonel yardım almak gelir. Ayrıca şu hususlara da dikkat edilmesi faydalı olacaktır:

  • Utanma duygusu ve dışlanma, herkesin duyması gibi korkularla hekime ya da ruh sağlığı profesyonellerine başvurmakta gecikilmemesi gerekir. Bu kişiler profesyoneldir kesinlikle danışanları ve ya hastaları ile ilgili bilgileri 3.kişilerle paylaşamazlar. Bu hem yasak hem etik dışıdır. Bu açıdan şikayetleri anlatırken rahat ve oldukça açık olunması gerekir.
  • Bu problemi yaşayan kişilerin yalnız olmadığını farkında olması, dünyada bu problemi yaşayan pek çok kişi bulunduğunu bilmesi ve bu nedenle kişinin kendisini de sert bir şekilde yargılayıp aşağılamaması gerekir.
  • Eğer reçete edilmiş ilaçlar ve ya önerilmiş tedaviler varsa kişinin bunları eksiksiz ve düzenli alması gerekir.
  • İntihar düşüncesi ya da bir bireye zarar verme düşüncesi kişide oluştuysa vakit kaybetmeden derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
  • Ek psikiyatrik problemleri mevcut olan hastaların mutlaka bunların çözümü için harekete geçmesi gerekir. Arka planda tedavi edilmemiş bir sorun kaldıkça nemfomani varlığını sürdürecektir.

Nemfomaniye ne iyi gelmez?

Nemfomani yaşam tarzı düzenlemesi, problemlerin kökenlerinin bulunması ve çözülmesi, gerektiği durumda ise ilaç tedavisi gibi çok aşamalı mekanizmalarla çözülmeye çalışılır. Bu açıdan hastaların şunlara dikkat etmesi gerekir:

  • Bağımlılığı tetikleyici ortam ve kişilerden uzaklaşılmalıdır. Her türlü bağımlılıkta bu ilk yapılacak şeylerden biridir. Beyin cinsellikle bağdaştırdığı kişi ve ortamları görünce ister istemez yine cinselliği arzulayacaktır.
  • Sosyal medya ve çeşitli eşleşme uygulamaları gibi kolay yoldan partner bulunabilen yollardan uzak durulması gerekir. Erişim kolaylaştıkça nemfomaniye bağlı davranışlar artar, bağımlılık daha da güçlenir.
  • Alkol ve uyuşturucu problemi mevcutsa mutlaka çözülmesi gerekir.
  • Aileden ve partnerden durumu gizlemek, sürekli yalan söylemek yalnızca sorunu büyütecektir fakat kişilerin bu konuda kendini de koruyarak doğru adımları atması gerekir.
  • Geçmişte yaşanmış cinsel istismar öyküsü varsa üstü kapatılmamalı, mutlaka bir uzmandan destek alınarak atlatılmaya çalışılmalıdır.

 

Etiket Hastalığın alt isimleri: kompülsif cinsel davranış, hiperseksüalite, seks bağımlılığı

Etiket Benzer Hastalıklar: dürtü kontrol bozukluğu, bağımlılık, piromani, mitomani, kleptomani, obsesyon, kompülsiyon, davranış bozukluğu

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

Borderline kişilik bozukluğu

BORDERLİNE (SINIR) KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Borderline kişilik bozukluğu nedir?

Borderline kişilik bozukluğu tanımını yapmadan önce genel olarak kişilik ve kişilik bozukluğu tanımlarından bahsetmemiz hastalığın anlaşılması için önem taşır.

Kişilik, genetik yapının üzerine yetiştirilme, eğitim, çevre, aile gibi temel kavramlarla kurulan, kişiye özgü davranışlar bütünüdür. Kişilik halk arasında yaygın olarak inanıldığı gibi çok küçük yaşlarda oluşup sonra sabit kalan özellikler değildir. Genetiğin karakter üzerindeki payı inkar edilemez ve bebeğin anne rahmine düşmesinden itibaren karakter oluşumu başlar fakat 20’li yaşlara kadar gelişimi sürer. Erken çocukluk dönemi karakter oluşumu için kritik bir dönemdir fakat çocukluk biterken karakter gelişimi sürmeye devam eder. Bu sebepten kişilik bozuklukları ne kadar erken tanınıp önlemleri alınırsa tedavileri o kadar başarılı olur.

Kişilik bozuklukları, bireyin karakter gelişiminin içinde yaşadığı topluma ve bir takım evrensel kabullere göre normal bir seyir izlememesi sonucu meydana gelen hastalıklardır. Kişilik bozukluğu yaşayan bireylerin çoğunun ailesinde de buna benzer ve ya farklı tipte kişilik bozuklukları, gelişim bozuklukları ve ya çeşitli psikiyatrik rahatsızlıklar görülür. Kendisinin psikolojik durumu hali hazırda bozuk olan kişilerin çocuklarını büyütürken travmalara maruz bırakmaları tahmin edilebilir bir sonuçtur. Psikolojik, fiziksel ve ya cinsel şiddet, bölünmüş aile yapısı, aile bireylerinden birinin ve ya bazılarının erken yaşta kaybı, kimsesiz büyümek gibi travmalar yatkın bireylerde kişilik bozukluklarına sebep olabilir.

Kişilik bozukluklarının genel tanısı için gereken 2 temel kriter vardır.

  • Bireyin kendine bakışında ve sosyal ilişkilerinde fonksiyonel ciddi bir bozulma olması (Benlik algısı, başına buyrukluk kendisi için, empati kurabilme ve yakınlık kurabilme sosyal ilişkiler için fonksiyonel özelliklerdir)
  • Tanımlanmış en az 1 tane patolojik (hastalıklı) kişilik özelliği bulunması

Ve bu durumların kişinin başka bir tıbbi ya da psikiyatrik hastalığının sonucu olarak ortaya çıkmamış olması, kültürel olarak içinde bulunduğu yapıyla uyumlu değerlendirilmesi gerekir.

Kişilik bozuklukları A, B ve C tipleri olarak 3 ana kategoride incelenir. A tipi kişilik bozuklukları, şizoid, şizotipal ve paranoid kişiliklerdir. B tipi altında, antisosyal, histriyonik, narsistik, borderline kişilik bozuklukları, C tipi altında ise, obsesif, depresif, çekingen, pasif agresif kişilik bozuklukları bulunur.

Borderline (sınır) kişilik bozukluğu, kişilik değerlendirmesinin, hayat hedeflerinin, duyguların, düşüncelerin, insan ilişkilerinin, beğenilerin kısaca insanın hayata dair tüm algılarının çok kısa sürelerde değişebilmesiyle karakterize, hissedilen her duygunun uçlara varabildiği, gösterilen davranışların ise çoğunlukla itkisel (düşünmeden içten geldiği için yapılan) olduğu bir kişilik bozukluğudur. Daha sık genç kadınlarda görülür. Yaş ilerledikçe şiddeti düşme eğilimindedir.

Kişinin bir an düşündükleri, hissettikleri, istedikleri, amaçladıkları, beğendikleri kısacası hayatındaki her kavram saatler içinde değişebilir. Bu değişim genelde ufak tefek fikir değişiklikleri şeklinde olmaz. Saatler içinde düşündüğü şeylerin 180 derece zıttını düşünmeye başlayabilir.

Borderline kişilik bozukluğu hem durumu yaşayanlar hem de yakınları için oldukça zorlu bir hastalıktır. Pek çok ruhsal hastalıkla mozaik oluşturduğu ya da karıştırıldığı da düşünülürse yönetiminin de ne kadar zorlu olacağı tahmin edilebilir.

Borderline kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir?

Borderline kişilik bozukluğu yaşayan kişiler toplum içinde genelde ‘dengesiz’ olarak tanımlanır ve genelde kısa sürede bir problem yaşadıkları, herkes gibi olmadıkları fark edilir. Kendilerini gizlemeyi beceremezler ve gerek duymazlar.

  • Hayatlarının her alanında instabilite (denge eksikliği) yaşarlar. Bir an ak dediklerine başka bir an kara diyebilirler.
  • Kimlik karmaşası yaşarlar, kendileri hakkında bile stabil ve tutarlı görüşleri yoktur.
  • Genel olarak çabuk öfkelenir, çabuk kırılır, çabuk alınırlar. Bu sebepten genel olarak tüm insan ilişkileri problemli ve fırtınalıdır.
  • İnsanların duygularını, isteklerini, hassasiyetlerini anlamakta sorun yaşayabilirler ya da anladıkları halde provoke etmek adına bunlarla oynamaya çalışabilir, saygısız davranabilirler.
  • İtkisel, yani içlerinden o an nasıl öyle geliyorsa, nasıl istiyorlarsa öyle davranma eğilimindedirler fakat bu davranışlar kendilerini ya da başkalarını tehlikeye atacak, zor duruma düşürecek davranışlar olabilir.
  • Sık sık endişeli ve gergin ruh haline girerler, tehdit altında olduklarını, zarar görme tehlikeleri olduğunu düşünürler ve böyle hissederlerse kolayca agresifleşip tartışma ve ya kavga çıkarabilirler.
  • Sevdikleri, ilgi duydukları insanlar tarafından reddedilmekten, beğenilmemekten ve terk edilmekten büyük endişe ve korku duyarlar. Bu konuda sürekli düşünür ve onay alma ihtiyacı içinde hissederler.
  • Kırıldıkları ve kızdıkları insanlara kolayca düşmanca hisler besleyebilir, kin tutabilirler.
  • Genel olarak yaşadıkları travmaların ve günlük hayatlarında yaşadıkları stresin üstünden gelemeyen bireyler oldukları için sık sık depresif hisseder hatta major depresyon yaşayabilirler.
  • İnsanları manipüle etmekten, ‘parmaklarında oynatmaktan’ keyif alabilirler bunun için etik dışı yöntemlere başvurabilirler. İftira atabilir, yalan söyleyebilir, kışkırtabilirler.
  • Yaratıcılık konusunda yeteneklilerse çok iyi sonuçlar ortaya koyabilirler, sanata yatkınlıkları vardır. Duygularını yüksek yaşadıkları için anlatmakta başarılılarsa edebi yatkınlıkları olur.
  • Duygusal dengelerini kuramadıkları ve özellikle depresif oldukları dönemlerde maalesef intihara meyilli olabilirler.

Borderline kişilik bozukluğu nedenleri nelerdir?

Borderline kişilik bozukluğu olan kişiler incelendiği zaman geçmişlerinde neredeyse her zaman önemli travmalara rastlanır. Genetiğin rolü diğer kişilik bozukluklarına göre biraz daha geride olup daha ön planda travmaya maruziyet vardır. Borderline kişilik bozukluğu tanısı almadan önce çocukluk yaşlarında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı ya da bipolar bozukluk tanısı alabilirler. Her yaşta davranışları yaşıtlarından ve çevrelerinden farklı olacağı için travmalara da daha açık hale gelirler, bu bir kısır döngü oluşturur.

Psikolojik ve ya fiziksel şiddet, cinsel istismar, parçalanmış aile yapısı, dengesiz ve yakınlık kuramayan ebeveynler, parçalanmış aile, aile bireylerinin kaybı, evsiz kalmak, kimsesiz büyümek, farklı bedensel ya da psikolojik hastalıklara sahip olmak gibi travmalar hastalığın nedenlerini oluşturabilir.

Kişiliklerinin doğal yapısı itibariyle de sağlıklı insan ilişkileri yürütmek zorlaşır ve yalnızlık, terk edilmişlik hissi de hastalığı küçük yaşlardan itibaren tetikler.

Borderline kişilik bozukluğu için hangi doktor ve hangi bölüme, ne zaman gidilmeli?

Borderline kişilik bozukluğu ile ilgilenen bölüm ruh sağlığı ve hastalıkları, yani psikiyatri bölümüdür. Bu konunun uzmanları da psikiyatristlerdir. Bunun yanında başka şekillerde yolları psikologlarla ya da başka ruh sağlığı profesyonelleriyle de kesişebilir. Onlar da gerekli yönlendirmeyi yapacaktır.

Borderline kişilik bozukluğu sahibi bireylerin bazıları problemleri olduğunu tam anlamıyla olmasa da farkındadır çünkü sürekli anksiyete (kaygı), depresyon gibi ciddi tıbbi sorunlarla boğuşurlar. Birçoğu bu sorunlara çözüm ararken tanı alır. Öz farkındalığı düşük olanlar durumu farkında olmayabilir, yakınları ve aileleri bu konuda kontrolü ele almak zorunda kalabilir.

Tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar verim alınır ve kişinin kendine ve çevresine zarar vermesi engellenebilir. Fakat tedavi için zorlamak, diretmek, iddialaşmak ters teper. Bu tarz tutumlardan  kesinlikle kaçınılmalıdır.

TEDAVİSİ

 

Borderline kişilik bozukluğu teşhisi

Kişilik bozukluklarının teşhisi psikiyatrik tanı kılavuzlarından yararlanılarak konur. Bu konuda ülkemizde en sık kullanılan kaynak şu an DSM-5’tir. DSM-5’e göre borderline kişilik bozukluğu tanısı için şu kriterlere bakılır:

İlk basamak kişilik bozukluklarına tanı koymak için gereken 2 ana kriterin varlığının araştırılmasıdır. Bunlar şunlardır :

  1. Bireyin kendine bakışında ve sosyal ilişkilerinde fonksiyonel ciddi bir bozulma olması. Bu madde altında 4 kavram incelenir:
  • Benlik algısı: Zayıflamış, özgüveni düşük, az gelişmiş ya da dengesiz bir kişilik algısı, kendine yönelmiş aşırı eleştirel ve yargılayıcı tutum, kronik boşluk ve anlamsızlık hissi, stres durumlarında içe kapanma, toplumdan soyutlanma durumu
  • Başına buyrukluk: Dürtüsel davranışlar, arzularda, hayallerde, kariyerde, değerlerde ve ya yaşam hedeflerinde dengesizlik, instabilite
  • Empati : Başkalarının düşüncelerini benlik algısı olarak değerlendirmek, bunlara göre kendine değer biçmek ve kolay alınganlık göstermek
  • Yakınlık kurma: Aşırı yakın ve çok çatışmalı, dengesiz, muhtaçlık hisleriyle çevrili ilişkiler kurma, sürekli terk edilme korkusu yaşama, ilişki yaşanan kişilere çift değerlilik atfetmek (bir gün çok dünyanın en iyisi olarak gördüğü insanın değerinin öbür gün sıfıra düşmesi gibi)

Bu 4 faktörün en az 2’sinin hastada bulunması gerekir.

  1. Tanımlanmış en az 1 tane patolojik kişilik özelliği bulunması

Emosyonel labilite (değişkenlik): Durumlarla ve olaylarla bağdaşmayacak kadar yüksek tepkiler verme, duygusal dengesizlik hali, sık sık ruh hali değişimleri, kolayca zıttına kayabilecek düşünceler ve duygular

Kaygılılık hali: Yoğun kaygı, gerginlik ve panik hisleri, geçmişteki negatif deneyimlere saplanmak, gelecekte oluşabilecek negatif deneyimler için fazla endişelenmek, belirsizlik hissine karşı yaşanan yoğun bir korku ve kaygı, kontrolü kaybetme, dağılma korkusu

Ayrılık anksiyetesi (kaygısı): romantik ilişkilerde yoğun reddedilme ve terk edilme korkusu ve bunun yanında tamamen bağımsızlığını yitirme ve bağımlılık geliştirme korkusu

Depresiflik: Sıklıkla düşük, umutsuz ve çaresiz hissetme, bu hislerden çıkmakta zorlanma, geleceğe dair karamsarlık, düşük kendilik algısı ve özdeğer, intihar düşüncesi ve eylemi

Dürtüsellik: Plansızca o an içinden geldiği gibi gösterilen davranışlar, pervasızlık, getirisini götürüsünü düşünmeden aniden eyleme geçme, planlara sadık kalmakta ve tamamlamakta zorluk çekmek, acelecilik ve duygusal stres altında kendine zarar verme ihtimali

Risk alımı: Tehlikeli, riskli ve kendine zararı dokunabilecek gereksiz eylemlere kolayca sonuçlarını göz ardı ederek girişmek, diğer kişilerin sınırlarını ihlal etmek ve tehlikeye girme ihtimallerini görmezden gelmek

Düşmanca hisler besleme: Sürekli ve ya sık sık öfkeli hissetme, ufak anlaşmazlıklar ve problemlere gereğinden fazla duygulanma, alınma ve tepki verme

Bu patolojik (hastalıklı) kişilik özelliklerinden en az 4’ünün bulunması ve bunlardan son 3’ünden herhangi birinin mutlaka o 4 kriterden biri olması gerekir.

Bunlar temel tanı kriterleridir fakat değerlendirilmesi ve sınıflandırılması nihayetinde ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı hekimler tarafından yapılmaktadır. Kendinize ve ya yakınlarınıza teşhis koymak önemli problemlere ve ciddi sonuçlara sebebiyet verir. Eğer şüpheleriniz varsa yine yapmanız gereken bu durumda bir psikiyatriste danışmaktır.

 

Borderline kişilik bozukluğu tedavisi

Borderline kişilik bozukluğu ve genel olarak hiçbir kişilik bozukluğu maalesef kesin çözümü olan hastalıklar değildir. Uzun seneler boyunca psikoterapi almaları gerekebilir. Psikoterapi etkinliği en yüksek tedavi yöntemidir. Bu alanda seçilecek olan psikoterapi yaklaşımı genellikle bilişsel davranışçı terapidir. Terapi, geçmiş travmaları onarmak, günlük problemlerin üstesinden gelmeyi, stresle ve depresif düşüncelerle başa çıkmayı öğrenmek gibi amaçlarla yapılır. Öz farkındalığı ve eğitim düzeyi yüksek hastalarda daha başarılı olur.

Borderline kişilik bozukluğu yaşayan bireyler sıklıkla depresif duygudurumla ve anksiyete (kaygı) problemleriyle karşı karşıya kalırlar. Bu dönemlerde hekim gerekli görürse ilaç tedavisi verebilir fakat bunun dışında hayat boyu sürecek şekilde ilaç kullanımı nadir hasta için gerekli olur.

Alkol ve madde bağımlılığı kişilik bozukluklarına eşlik etme olasılığı azımsanmayacak düzeyde olan durumlardır. Bu açıdan dikkatli olunmalı, oluştuysa mümkün olduğunca hızlı tedavi edilmelidir. Öz kıyım ve başkalarına zarar verme davranışlarına alkol ve madde zemin hazırlayabilir.

 

Borderline kişilik bozukluğu tedavi edilmezse

Borderline kişilik bozukluğu zaten tam olarak tedavi edilemez fakat hastalık yönetiminin hastaya ve yakınlarına öğretilmesi çok önemlidir. Günlük hayatta riskli ve tehlikeli işlere atılma ihtimalleri yüksek olduğu için kendilerine ve çevrelerine zarar verebilirler.

Bunun dışında alkol ve madde bağımlılığı, dürtüsel davranışlar, major depresyon, çevredeki insanlarla ciddi problemler yaşama hatta zarar verme ve intihar riski tedavi almayan, kontrolsüz hastalarda daha yüksektir.

Uzun vadeli planlar ve hedefler koyma, bunları hayata geçirme ve sadık kalma konusunda pek iyi olmadıkları için akademik hayatta ve iş hayatında kayıplar yaşayabilirler. Tedavi almazlarsa bu da yine dönüp kendilerini suçlamalarıyla, kendilerine yüklenmeleriyle sonuçlanır ve kısır döngüye girilir.

Bunun dışında cinsel hayatlarında çok partnerli olma, güvensiz cinsel birliktelikler yaşamaya yatkın olurlar bu da yaşamsal tehlikelere kadar varabilir, önüne geçilmesi gereken bir durumdur.

Borderline kişilik bozukluğu ne iyi gelir?

Borderline kişilik bozukluğu sahibi hastaların önemli özelliklerinden biri sanatsal faaliyetlere ve yaratıcılığa yatkın olmalarıdır. Bu yönlerini pekiştirecek hobiler, ilgi alanları hastalara iyi gelebilir.

Sağlıklı bir yaşam sürmek, egzersiz yapmak, sevdiği uğraşlara vakit ayırmak, evcil hayvanlarla ilgilenmek gibi stresi azaltıcı aktivitelere hayatlarında yer vermeleri olumlu sonuçlar doğurur.

Bunun yanında yakınlarının ve ailenin desteği bu hastalar için çok önemlidir. Hem insanlara problem yaratabilir hem de bunun için üzülürler bu açıdan yakınlarının hastalığın farkında olması önemlidir. Her dediklerini yapmak ve ya manipülasyonlarına boyun eğmek takınılmaması gereken bir tutumdur ama bu durumlarla baş edebilmek hastayı iyi tanımakla ve bilinçlenmekle kolaylaşabilir. Kişilik bozukluğu yaşayan bireylerin belli ortak özellikleri vardır hepsi farklı yapılarda ve derecelerde sorunlar yaşar. Bu konuda en iyi tavsiyeleri hastayı muayene edip değerlendiren ruh sağlığı profesyonelleri verecektir.

Unutulmamalıdır ki bu bir hastalıktır ve altında genel olarak önemli travmalar yatmaktadır. Bu incinmiş insanlara özellikle ailenin koşulsuz sevgiyle yaklaşması ve desteklerini hep hissettirmesi gerekir.

Borderline kişilik bozukluğu ne iyi gelmez?

Borderline kişilik bozukluğu yaşayan hastaların her biri kendine özgü travmalara ve patolojik (hastalıklı) kişilik özelliklerine sahiptir fakat hiçbirine stres iyi gelmez, hepsinin baş düşmanıdır. Stresli durumlarda kolayca içlerine kapanır ve depresifleşebilirler. Bu esnada özel hayatları, iş hayatları ve günlük faaliyetleri ciddi sekteye uğrar, alkol madde bağımlılığı riski artar. Mümkün olduğu kadar stresten uzak kalmaları gerekir.

Bunun dışında romantik ilişkilerinde ve evliliklerinde terk edilmek ve ya çeşitli sebeplerle meydana gelen ayrılık durumları borderline bireyleri diğer bireylerden çok daha fazla sarsabilir.

 

Borderline kişilik bozukluğu ilaçları

Borderline kişilik bozukluğu için özel geliştirilmiş ya da onay almış bir ilaç yoktur. Depresif dönemleri sık yaşarlar, bu dönemlerde antidepresanlar önerilebilir. Hastalığın genel olarak yaşamı çok etkilediği hastalarda duygudurum dengeleyicilerden yardım alınabilir. Bunların dışında gereken vakalarda başka ilaçlar da tercih edilebilir. Bunların hepsi hekimin hastaya özgü değerlendirme yapması neticesinde hastaya özel verilir, genel geçer ilaç isimlerinden bahsetmek mümkün değildir.

 

Gebelikte borderline kişilik bozukluğu

Borderline kişilik bozukluğu gebeliğe fiziksel olarak engel bir durum değildir fakat bu hastalık bireylerin günlük rutinler kurması, stabil ve güvenlikli bir hayat oluşturması ve düzenli yaşamasını zorlaştıran bir hastalıktır. Bu açıdan gebelik esnasında ve sonrasında sorunlar yaşamaları olasıdır.

Bütün bunların yanında zaten depresyona yatkın kişilikleri gebelik ve doğum sonrası depresyonuna da yatkınlık oluşturur.

Borderline kişilik bozukluğu gelişiminde bozuk anne-bebek ilişkisinin ve parçalanmış aile yapısının etkisi çok büyüktür. Bu travmalarla büyümüş yetişkinlerin bunları çocuklarına da yansıtmamak ve onlara daha sağlıklı bir gelecek kurmak için kişinin öncelikle kendi tedavisini aksatmaması, kendi durumunu iyileştirmesi ve hayat rutinini oturtması gerekir. Bu açılardan düşünüldüğü zaman gebelik istenmesi durumunda psikiyatristle ve ya psikologla bu durumun açıkça konuşulması ve tavsiyelerine uyulması uygun olacaktır.

Çocuklarda borderline kişilik bozukluğu

Borderline kişilik bozukluğu ergenlik çağında belirti gösterebilir ve tanı alabilir. Fakat çocukluk dönemi içinde çok çok nadir görülür. Genelde bebeklik ve çocukluk çağı travmalarının yetişkinlik dönemindeki yansıması olarak ortaya çıkar. Çocukluk döneminde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ya da davranım bozukluğu tanısı almış olabilirler. Bu durumlarda tedavilerin teşhisle beraber başlaması hastalık gelişimini iyileştirebilir.

SSS

 

Borderline kişilik bozukluğu olan kişilere nasıl davranılmalıdır?

Borderline kişilik bozukluğu yaşayan kişilerin çoğunun travmatik ve yaralayıcı bir geçmişi vardır. Bu sebepten mümkün olduğunca incitmemek, kırmamak, yargılamamak gerekir. Bu hem depresifleşip topumdan uzaklaşmalarına içlerine kapanmalarına sebep olur hem de öfkelenmelerine neden olabilir. Öfkelenmeleri öfkelendiren kişi ve hasta için tehlikeli olabilir.

Tedaviye yönlendirmek için zorlamak, tartışmak, iddialaşmak hiçbir kazanım sağlamaz. Akılları başlarından gitmiş bilinçsiz kişiler değillerdir. Gerçeklik algıları normaldir. Bir çoğu durumunu farkındandır ve zaten depresif duygularından kurtulmak için tedavi almaya meyilli olabilirler. Hiç farkında olmayan bireylere nasıl davranılması gerektiği konusunda bir ruh sağlığı profesyonelinden görüş alınız.

Borderline kişilik bozukluğu testi var mıdır?

Borderline kişilik bozukluğunu tespit etmek için özel bir test ve ya laboratuvar ölçümü yoktur. Hekimle konuşurken size belli sorular soracak, şikayetinizi dinleyecek, yakınlarınızla konuşacak ve tanınızı koyacaktır.

Borderline kişilik bozukluğu için dsm-5 kriterleri nelerdir?

İlk basamak kişilik bozukluklarına tanı koymak için gereken 2 ana kriterin varlığının araştırılmasıdır. Bunlar şunlardır :

  1. Bireyin kendine bakışında ve sosyal ilişkilerinde fonksiyonel ciddi bir bozulma olması. Bu madde altında 4 kavram incelenir:
  • Benlik algısı: Zayıflamış, özgüveni düşük, az gelişmiş ya da dengesiz bir kişilik algısı, kendine yönelmiş aşırı eleştirel ve yargılayıcı tutum, kronik boşluk ve anlamsızlık hissi, stres durumlarında içe kapanma, toplumdan soyutlanma durumu
  • Başına buyrukluk: Dürtüsel davranışlar, arzularda, hayallerde, kariyerde, değerlerde ve ya yaşam hedeflerinde dengesizlik, instabilite
  • Empati : Başkalarının düşüncelerini benlik algısı olarak değerlendirmek, bunlara göre kendine değer biçmek ve kolay alınganlık göstermek
  • Yakınlık kurma: Aşırı yakın ve çok çatışmalı, dengesiz, muhtaçlık hisleriyle çevrili ilişkiler kurma, sürekli terk edilme korkusu yaşama, ilişki yaşanan kişilere çift değerlilik atfetmek (bir gün çok dünyanın en iyisi olarak gördüğü insanın değerinin öbür gün sıfıra düşmesi gibi)

Bu 4 faktörün en az 2’sinin hastada bulunması gerekir.

  1. Tanımlanmış en az 1 tane patolojik kişilik özelliği bulunması

Emosyonel labilite (değişkenlik): Durumlarla ve olaylarla bağdaşmayacak kadar yüksek tepkiler verme, duygusal dengesizlik hali, sık sık ruh hali değişimleri, kolayca zıttına kayabilecek düşünceler ve duygular

Kaygılılık hali: Yoğun kaygı, gerginlik ve panik hisleri, geçmişteki negatif deneyimlere saplanmak, gelecekte oluşabilecek negatif deneyimler için fazla endişelenmek, belirsizlik hissine karşı yaşanan yoğun bir korku ve kaygı, kontrolü kaybetme, dağılma korkusu

Ayrılık anksiyetesi (kaygısı): romantik ilişkilerde yoğun reddedilme ve terk edilme korkusu ve bunun yanında tamamen bağımsızlığını yitirme ve bağımlılık geliştirme korkusu

Depresiflik: Sıklıkla düşük, umutsuz ve çaresiz hissetme, bu hislerden çıkmakta zorlanma, geleceğe dair karamsarlık, düşük kendilik algısı ve özdeğer, intihar düşüncesi ve eylemi

Dürtüsellik: Plansızca o an içinden geldiği gibi gösterilen davranışlar, pervasızlık, getirisini götürüsünü düşünmeden aniden eyleme geçme, planlara sadık kalmakta ve tamamlamakta zorluk çekmek, acelecilik ve duygusal stres altında kendine zarar verme ihtimali

Risk alımı: Tehlikeli, riskli ve kendine zararı dokunabilecek gereksiz eylemlere kolayca sonuçlarını göz ardı ederek girişmek, diğer kişilerin sınırlarını ihlal etmek ve tehlikeye girme ihtimallerini görmezden gelmek

Düşmanca hisler besleme: Sürekli ve ya sık sık öfkeli hissetme, ufak anlaşmazlıklar ve problemlere gereğinden fazla duygulanma, alınma ve tepki verme

Bu patolojik (hastalıklı) kişilik özelliklerinden en az 4’ünün bulunması ve bunlardan son 3’ünden herhangi birinin mutlaka o 4 kriterden biri olması gerekir.

Bunlar temel tanı kriterleridir fakat değerlendirilmesi ve sınıflandırılması nihayetinde ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı hekimler tarafından yapılmaktadır. Kendinize ve ya yakınlarınıza teşhis koymak önemli problemlere ve ciddi sonuçlara sebebiyet verir. Eğer şüpheleriniz varsa yine yapmanız gereken bu durumda bir psikiyatriste danışmaktır.

 

 

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

BLUMİA NERVOZA

Blumia (blumia nervoza) nedir?

 

Blumia, kelime anlamı olarak ‘öküz açlığı’ demektir. Bu adın verilme sebebi ölçüsüz miktarlarda yeme ataklarıdır. Blumia nervoza ya da kısaca blumia psikiyatrik hastalıklar sınıflamasında yeme bozuklukları başlığı altında anoreksiya nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu ile birlikte yer alır.

Blumia ile anoreksiya farkı şudur: anoreksiya hastalığında yemek yemeye karşı arzu sıfırlanmıştır, her besine kilo aldıracağı korkusuyla yaklaşılır, tüketilmekten kaçınılır. Blumiada ise tam tersi yemeklere, özellikle de bol kalorili, diyetlerde tüketilmesi pek önerilmeyen, ‘yasaklanan’ gıdalara karşı karşı konulmaz bir yeme isteği vardır. Birey bu yiyecekleri tüketir ve ardından yoğun bir pişmanlık hisseder. Besinlerin vücutta kaloriye dönüşmesi için öncelikle sindirilmesi gerekir. Bu sebeple sindirilmeden vücuttan atılan besinler vücudu beslemez, aslında yenmiş sayılmaz. Blumia problemi yaşayan bireyler bu besinleri en sık kusmak olmak üzere, sindirmeden çeşitli yollarla vücuttan atma eğilimindedir. Bunun için ilaç kullanabilirler, ishal yapabilen maddeler kullanabilirler ya da aşırı egzersiz yapma yoluna giderler.

Blumianın anoreksiyadan farkını oluşturan bir önemli nokta da genelde anoreksiya hastalığında hastaların vücut kitle indeksi sağlıklı sınırların altındadır. Blumiada ise hastalar genelde normal kilo sınırlarında ya da hafif üstünde olur.

Genellikle ergenlik döneminin sonlarındaki ve erken erişkinlik dönemindeki kadınlarda görülür. Erkeklerde nadirdir fakat günümüz toplumu, medyası ve estetik kriterleri dolayısıyla artmaktadır. Ergenlik döneminden sonra görülmesinin sebebi kişinin hayatına doğal olarak karşı cinsin, toplum beklentilerinin, sosyal normların, beğenilme ve arzulanma ihtiyacının girmesidir.

Blumia mümkün olduğunca erken tanı alması gereken, tedavi edilmesi gereken önemli bir hastalıktır. Psikiyatrik yönünün dışında oldukça fazla bedensel soruna yol açabilmektedir. Bu açıdan gençlerimiz başta aileleri olmak üzere yakınları tarafından ilgiden yoksun bırakılmamalı, desteklenmeli, sağlıklı iletişim kurulmalıdır. Blumia tedavi edilebilir ve yarattığı hasarlar itibariyle geri döndürülebilir bir hastalıktır.

Blumia belirtileri nelerdir?

 

Blumia belirtileri psikolojik ve bedensel olarak ikiye ayrılır. Psikolojik belirtiler her hastada aşağı yukarı aynıdır fakat bedensel belirtiler eşlik eden başka hastalıklara, kişinin beden yapısına, açık olduğu hastalıklara göre değişebilir.

Psikolojik belirtiler arasında şunlar bulunur:

  • Beden algısı üzerinde ciddi bozulma ve kendini sürekli şişman hissetme
  • Ciddi bir kilo alma korkusu
  • Kilo alma korkusuna rağmen karşı konulmaz bir yemek yeme isteği
  • Ataklar halinde gelen tıkınırcasına, kısa sürede aşırı gıda alımı olabilen yeme hareketi
  • Ataklar halinde gelen yeme dürtüsünden sonra kısa süren bir tatmin hissi ve ardından gelen ciddi pişmanlık, suçluluk hisleri
  • Bu hislerin, kusma, aşırı egzersiz yapma, vücuttan su attıran ya da ishal yapıcı etkisi olan (laksatif) ilaçlar alma gibi bedensel açıdan tehlikeli hareketlere yol açması
  • Yeme bozukluğuna eşlik eden başka ruhsal rahatsızlıklar ve bunların belirtileri

Bedensel belirtiler ise anoreksiyaya göre nispeten erken tanınabilir ve hastalığa daha özgü olabilir. Elbette ikisinde de vücudun beslenmesi ve sağlıklı olması için gereken sağlıklı gıda alımı gerçekleşmediği için benzer bedensel belirtiler ortaya çıkabilir.

  • Diş minelerinde sürekli midenin asit oranı yüksek içeriği ile temas etmekten kaynaklı erozyonlar, aşınmalar.
  • Tükürük bezlerinde genişleme ve büyüme
  • Susuzluğa bağlı genel belirtiler; ciltte esneklik kaybı, kuru cilt, solukluk, ağız kuruluğu, nefeste kötü koku, tansiyon düşmesi, kalp çarpıntısı, idrara çıkmada azalma gibi
  • Elin kusma hareketini tetiklemek için ağız içine sokulmasından kaynaklanan el sırtında yoğunlaşan yaralar ve yara izleri
  • Kalpte ritm bozuklukları, atım hızında yavaşlamalar, hızlanmalar zaman zaman gelen çarpıntı hissi ve bunların görülebildiği EKG testi bozuklukları
  • Sürekli kusmaya bağlı yemek borusunda tahriş ve özefajit (yemek borusu iltihabı)
  • Mideden besinlerin bağırsağa geçmesine fırsat verilmeden çıkarılmasından dolayı bağırsak hareketlerinde bozulmalar, alışkanlıklarda değişimler
  • İshal ya da kabızlık
  • Çeşitli elektrolit (mineral) dengesizlikleri, magnezyum, sodyum, kalsiyum düşüklüğü ve bunlara bağlı kan pH’ının (asitlik-bazlık dengesinin) bozulması

Bütün bunların yanında fazla egzersize ya da suistimal edilen ilaçlara bağlı belirtiler ortaya çıkabilir. Bunlar hastaya özgüdür, doktorunuz gerekli bilgiyi verecektir.

 

 

Blumia nedenleri nelerdir?

 

Blumianın da içinde bulunduğu yeme bozukluklarının nedenleri tam olarak ortaya konmuş değildir. Bununla beraber yapılan çalışmalarda genetik, çevre, sosyokültürel ortam, psikolojik durum gibi pek çok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir tablo olduğunu söylemek mümkündür. Yapılan çalışmalarda genetiğin rolünün düşünüldüğünden yüksek olabileceği kanısına varılmıştır.

Blumia ile genel olarak tek başına karşılaşılmaz. Eşlik eden başka psikolojik rahatsızlıklar da vardır. Kişilik bozuklukları, duygudurum bozuklukları (depresyon ve bipolar gibi), obsesif-kompülsif bozukluklar, anksiyete bozuklukları en çok eşlik ettiğini gözlemlediğimiz hastalıklardır. Blumia ile karşılaşıldığı zaman ek psikiyatrik hastalıklar bakımından hasta mutlaka incelemeden geçirilmelidir.

Bunların dışında hastalık sayılmayacak bazı kişilik özellikleri de blumia ve diğer yeme bozuklukları için önemli bir faktör oluşturabilir. Mükemmeliyetçi kişilik yapısı, hırslı, takıntılı olmak hastalığa zemin hazırlayabilir. Bunlar iyi bir psikoterapi süreciyle aşılabilecek durumlardır. Altında yatan sebepler bulunduktan sonra kendiliğinden çözülecektir.

Hastalığın gelişiminde günümüz insanı üzerindeki aşırı toplum ve medya baskısı göz ardı edilmemelidir. Blumia, anoreksiya ve diğer yeme bozuklukları özellikle son 20-30 yıldır sürekli artmaktadır. Sosyokültürel kalıplara, toplumun kendisine yarattığı gerçek dışı rol modellere aşırı bağlanan genç kadınlar maalesef risk altındadır.

Yeme bozukluğu yaşayan bireylerin fark etmesi ve aklından çıkarmaması gereken gerçek şudur ki, geleneksel ve ya sosyal medyada gördüğünüz, resimlerine baktığınız, videolarını izlediğiniz insanların çoğu gerçek hayatta öyle değildir. Bunlar birer illüzyondur, kandırmacadır. Ayrıca öyle olmasa bile sizin çevrenizden değer, saygı, sevgi ve ilgi görmeniz kaşınızla gözünüzle, kilonuzla, boyunuzla kısaca dış görünüşünüzle ilgili olmamalıdır. Fiziksel özelliklerinizden bağımsız olarak, yalnızca bir insan olduğunuz için zaten değerli ve beğenilmeye layıksınız. Daha ince olmanız size bir değer sağlayacaksa bu sosyal ilişkide bir çarpıklık var demektir. Lütfen bunları dikkate alın.

Yeme bozuklukları yaşayan gençlerin çoğunda ailelerinden gelen bir değersizlik, olduğu gibi kabul edilmeme ve hep daha iyisi olmak gerektiği hisleri bulunmaktadır. Bu hisler zamanla kişinin iç sesi haline gelir ve kendine bakışı da böyle şekillenir. Bu anlamda ailesel ilişkiler ve yaşanan yoğun stres blumianın ortaya çıkmasında önemli bir yerdedir.

Bazı meslek grupları da bu hastalıklar için risk faktörü oluşturmaktadır. Bunlar arasında, mankenlik, modellik, şarkıcılık, dansçılık, balerinlik, jokeylik gibi fiziksel görünümün ya da kilonun önemli yer tuttuğu meslekler yer alır. Blumia toplum içinde manken hastalığı olarak bilinmektedir. Yükselen toplum değerleri zamanla bu durumun üstesinden de gelecek ve insan sağlığına aykırı bu dayatmalar umarım ki son bulacaktır.

Blumia kişinin yemek hakkındaki düşünce, his ve davranışlarını bütünüyle değiştirir. Yemekleri iyi yemek-kötü yemek olarak ayırmak, yalnızca kalori alımına neden olan zararlı faktörler olarak görmek, beslenmekten ve vücuda ihtiyaçlarını vermekten suçluluk duymak ama bütün bunların yanında yemek yemenin verdiği hazdan takıntılı bir şekilde vazgeçememek yanlış davranışları yaratan kısır döngüdür. Tedavi bu çarpık algıları ve kısır döngüleri kırmak üzerine kurulur.

 

Blumia için tedavisi için hangi doktora/bölüme gitmek gerekir?

Blumia tedavisini asıl yürüten bölüm ruh sağlığı ve hastalıkları (psikiyatri) bölümüdür. İlgilenenler de psikiyatristlerdir. Fakat blumia vücudun her sisteminde bozukluklara yol açabileceği için hasta başka bir doktor tarafından şüpheyle psikiyatriye yönlendirilebilir ya da psikiyatrist tedavinin devamında diğer branşlara (gastroentereloglar, kardiyologlar, endokrin ve metabolizma uzmanları gibi) yönlendirme yaparak destek tedavileri isteyebilir.

 

 

BLUMİA TEDAVİSİ

Blumia teşhisi

Psikiyatrik hastalıkların teşhisi belli kılavuzlar ışığında konur. Bunların en günceli olan DSM-5 kılavuzunda blumia tanısı için gerekenler basit şekilde şu maddelerle özetlenmiştir:

  • Yineleyen tıkınırcasına yeme atakları, çok miktarda besini kısa sürede alma ve bu ataklar esnasında sınırını kaybetme, yeme eylemini durduramama, kontrol çıkma hissi
  • Yedikten sonra kilo almamak için kusma başta olmak üzere, ishal yapıcı (laksatif) ya da başka amaçlar için var olan ilaçların kötüye kullanılması, aşırı egzersiz yapılması gibi tekrarlayıcı davranış kalıpları göstermek, bu tip dengeleyici davranışlarda bulunmak
  • Yeme ataklarının ve sonrasında gelen dengeleyici davranışların en az 3 ay boyunca ve en az haftada 1 kez ortaya çıkması.
  • Kişinin öz değerlendirme ve saygı ölçütünün kilo ve beden üzerine kurulmuş olması
  • Bu belirtilerin anoreksiya ile ilgili olmaması

Bu kriterlerin varlığını psikiyatrist detaylı olarak analiz edecek, bedensel ve ruhsal başka hastalıklardan ayrımını yapacak, gerekirse diğer tıp alanlarından destek isteyecek, testler yaptıracak ve tanınızı koyacaktır.

Tanı ve tedaviye yol gösterici olması açısından, boy kilo ölçümü, vücut kitle indeksi, EKG, biyokimya testleri, kan ve hormon düzeyleri incelenecektir fakat blumia tanısını doğrudan koyan bir test ya da yöntem bulunmamaktadır. Hekiminiz altta yatan bedensel, hormonal ya da anatomik hastalıktan şüphelenirse bunun için detaylı başka ölçümler ve testler isteyebilir.

Blumia tedavisi

Blumia tedavisi için özel geliştirilmiş bir ilaç bulunmamaktadır. Tedavi her hastanın blumia olmasının altındaki sebep özel olarak araştırılarak bulunur. Bu da bireysel bir yaklaşımı şart koşar. Psikiyatrist ve diğer hekimler uygun bulduğu takdirde acil müdahaleler, komplikasyonların giderilmesi gibi sebepler için hastanede yatırarak tedavi etmeyi seçebilir. Bunun dışında belirgin kilo kayıplarında hastalıkla beraber seyreden ciddi psikiyatrik hastalıkların varlığında, madde kullanımı gibi durumlarda da hastaneye yatırmak tercih sebebi olabilir.

İlk basamak, oluşmuş ciddi düzeyde bedensel sorunlar varsa bunların giderilmesidir. Öncelikle ağızdan ya da damar yoluyla vitamin, mineral eksiklikleri tamamlanır. Eğer vücuttaki başka sistemlerde bozukluklar oluştuysa doktorunuz gerekli tıp dallarıyla işbirliği yapacak (gastroenteroloji, kardiyoloi, jinekoloji, endokrinoloji gibi) ve diğer hekimlere danışacak ve yönlendirme yapacaktır. Blumia hastaları, anoreksiya hastalarından farklı olarak genelde normal kilo sınırlarında seyrettiği için ayaktan tedavi çoğu vakada yeterli olacaktır.

Her durumda alanında uzman bir beslenme uzmanının (diyetisyen) yardımı ve ekip çalışmasına katılması çok önemlidir. Beslenme uzmanı, açlık tokluk sinyallerinin anlaşılması, besinlerle olan sorunlu ilişkilerin düzeltilmesi, beslenme düzeni ve miktarının ayarlanması gibi konularda yardımcı olacak ve süreçte kilit bir rol oynayacaktır.

İkinci basamakta, blumiaya yol açan psikolojik durumu analiz etmek ve sebeplerini araştırmak gerekir. Blumia ve diğer yeme bozuklukları genelde tek başına ortaya çıkmaz, yanında ek psikiyatrik rahatsızlıklar bulunur. Bunlar, kişilik bozuklukları, anksiyete bozuklukları, obsesif-kompülsif bozukluklar, duygudurum bozuklukları (bipolar, depresyon gibi) başta olmak üzere diğer psikiyatrik hastalıklar olabilir. İlaç tedavisi bu ek hastalıkların varlığına ya da düzeyine göre ayarlanır. Antidepresanlar, kusma önleyici ilaçlar ve ya başka tür ilaçlar tercih edilebilir. Her hastaya uyabilecek klasik bir ilaç tedavisi yoktur, buna hekim karar verir.

Üçüncü basamakta ise, psikoterapi yer almaktadır. Psikolojik durumun kontrol altına alınmasında ve sorunun kaynağına ulaşılıp çözülmesinde psikoterapinin rolü inkar edilemez düzeydedir. Hastaneye yatışla, ayaktan tedavi ile ve psikiyatristin verdiği ilaç tedavileriyle yaşamsal tehlike ortadan kalkar bedensel kaynaklı belli bir miktar düzelme sağlanır, yaşam kalitesi yükselir fakat terapi alınıp hastalığın özünde yatan sebepler düzeltilmedikçe tekrarlama ihtimali çok yüksektir. Genelde tercih edilen psikoterapi metodu, bilişsel davranışçı terapidir.

 

 

Blumia tedavi edilmezse

Blumia tedavi edilmezse başka ruhsal ve bedensel hastalıklara zemin hazırlayabilir ya da alevlendirebilir. Besin alımının düzensiz ve eksik olması insan metabolizması için uzun sürede zararlıdır ve kaçınılması gereken bir durumdur.

Blumiaya ne iyi gelir?

Blumiaya konusunda tüm hastalara iyi gelebilecek tek şey yakınlarından göreceği ilgi, sevgi, şefkat ve kabullenilme duygusudur. Özellikle aile ve yakın içinde bu hislerin tatmin edilmesi hastalığın oluşmasını engelleyecek, nüks etme ihtimalini de azaltacaktır.

Blumia yaşayan bireyi strese sokan ve yeme ataklarını arttıran ne varsa bunlardan uzaklaşması iyi gelecektir. Hobi edinmek, hayata farklı açılardan bakmak ve stres yönetimi açısından faydalı olacak, iyi gelecektir.

Düzenli, aşırı olmayan, hastanın fiziki yapısına ve kondüsyonuna uygun bir egzersiz programı da oldukça faydalı olacak, psikolojik durumu olumlu etkileyecektir.

Tedavinin aksatılmaması, düzenli psikoterapi alınması her hastanın durumunu düzeltecektir.

Blumiaya ne iyi gelmez?

Blumia ve diğer yeme bozuklukları özünde gençlerin bedensel algılarının negatif şekilde oluşması ve bu negatifliklerin davranışa dökülmesiyle oluşur. Doğal olarak bu algıları besleyecek, yargılayıcı, dışlayıcı, eleştirel, kaygı yaratıcı, stres oluşturucu ve agresif davranışlardan kaçınılmalıdır.

Bunların dışında iyi gelir diye etki mekanizması bilinmeyen bitkilerin, suların, aktar karışımlarının kesinlikle kullanılmaması gerekir. Bunlar hekimlerin verdiği tedavilerin etkinliğini azaltabilir ya da akla gelmeyecek, öngörülemeyecek yan etkilerin oluşmasına sebep olabilir.

 

Blumia ilaçları

Blumia ilaçları başlığında herhangi bir ilaçtan bahsetmek doğru olmayacaktır. Blumia yönetimi itibariyle çok bireysel bir rahatsızlıktır. İlaç seçimi tamamen sizi muayane eden, çeşitli belirtilerinizi ve şikayetlerinizi dinleyen uzman bir ruh sağlığı hekimi tarafından yapılmalıdır. İlaçların genel olarak antidepresan grubundan seçilmesi yüksek ihtimaldir.

Gebelikte blumia

Blumia yaşayan bireyler genel olarak sağlıklı kilo sınırları içerisinde olduklarından adet düzensizlikleri bedensel sebeplerle sık görülmez fakat psikolojik olarak sürekli stres altında hissetmelerinden dolayı yaşanabilir. Adet düzensizliği yaşanması durumunda gebe kalmak baştan zorlaşır. Böyle bir durumda tedavi eden ekibe bir kadın doğum uzmanının da katılması gerekir.

Yeme bozukluklarından biri olan blumia zaten yapısı itibariyle bedensel algının bozulduğu kişinin kendini çirkin, kilolu, beğenilmeyecek durumda hissettiği bir hastalıktır. Doğal olarak kilo alınan ve vücutta değişikliklere yol açan gebelik dönemi hastaların şikayetlerini ve ataklarını tetikleyebilir.

Yeme bozukluğu geçmişi olan hastalar mutlaka bu durumdan gebeliklerini takip eden kadın doğum hastalıkları uzmanlarını haberdar etmelidir. Psikolojik destek alınması gereklidir ve geç kalınmadan başlanması önemlidir.

Blumia ataklar halinde gelen ve zaman zaman gerileyen zaman zaman alevlenen bir hastalıktır. Gebelik ise hormonal bakımdan dengelerin değiştiği, tüm vücut işleyişinin doğal olarak farklılaştığı özel bir süreçtir. Bu süreçte atakların kontrol altına alınması zorlaşabilir. Özellikle de tıkınırcasına aşırı yeme atakları gebelikte daha büyük risk oluşturur çünkü gebelik doğal olarak şekerli ve kalorili gıdalara yönelimin, günlük alınan kalorinin ve besin ihtiyacının arttığı bir dönemdir. Aynı şekilde tüm gebelerde diyabete, insülin direncine ve benzer durumlara doğal yatkınlık oluşur. Tıkınırcasına yeme atakları gebeliğe kadar giderilmediyse bu ataklar esnasında yaşanabilecek kan şekeri dengesizlikleri  ve özellikle tuzlu, yağlı gıdalardan kaynaklanabilecek tansiyon artışları önemli ve acil sorunlara yol açabilir.

Gebelikte yetersiz, düzensiz ve sağlıksız beslenme erken doğum, düşük, ölü doğum, gelişme geriliği, düşük doğum ağırlığı gibi çok önemli ve hayati sorunlara yol açabilir. Gerekli bazı vitamin ve mineral eksikliklerinde ise doğumsal anomaliler görülebilir. Ayrıca sezaryen doğuma ihtiyaç duyulma ihtimali artabilir ve doğum sonrası annede depresyon görülme sıklığı da artar.

Bunların yanında blumia hastalığına özel olarak ilaçların kötüye kullanımı (ishal yapan laksatifler ya da vücuttan su attıran diüretikler gibi) doğrudan bebeğe zarar vererek, büyüme gelişme geriliğine, düşüğe ya da bebekte organ ve sistem anormalliklerine yol açar. Bu ilaçların bazıları gebe kadınlara verilmemesi gereken kategoridedir.

Önemli bir durum da kusmanın önlenmesidir. Blumia rahatsızlığı gebelik esnasında nüks eden kadınlar mutlaka doktorlarını, psikoterapistlerini ve beslenme uzmanlarını bu durumdan haberdar etmelidir. Gebelikte özellikle de ilk 3 ay içerisinde yeme bozukluğu olmayan gebelerde de mide bulantısı ve kusmalar sık görülür. Karın içindeki basınç bebeğin ve plesentasının ağırlığından, alınan normal kilolardan ve rahmin büyümesinden ötürü artar. Bu basınç artışıyla beraber kusma davranışının sık olması yemek borusunda yırtıklara neden olabilir. Boerhaave sendromu olarak adlandırılan bu durum ciddi hayati tehlikeye yol açabilir. Normal gebelerde de rastlanabilen bir durumdur fakat uzun süreli blumia geçmişi olan hastalarda yemek borusunun doğal yapısı zaten kısmen bozulmuş olabileceğinden daha şiddetli seyredebilir.

Çocuklarda blumia

Ergenlik öncesi blumia pek karşılaşılan bir hastalık değildir. Çocukluk ve bebeklik döneminde başka yeme bozuklukları ve başka sebeplerle kusmalar görülebilir (reflü, pilor stenozu, metabolik hastalıklar gibi) fakat bunların altında farklı sebepler yatmaktadır. Blumia nervoza ergenlikte beden algısının değişmesine bağlı ortaya çıkar. Ergenliğin sonları ve yeni yetişkinlik döneminde karşılaşılması tipiktir.

SSS

 

Blumia hastalığı nasıl başlar?

Blumia hastalığının genelde yalnız başlamadığı ve yalnız seyretmediği düşünülür. Hastaların çoğunda altta başka bir psikolojik rahatsızlık varlığı yatmaktadır. Bunlara ek olarak hasta için sosyal çevrenin, medyanın, karşı cinsin beğenilerinin ön plana çıktığı ergenlik döneminde, bedensel algının bozulmasıyla başlar. Kişi kendini olduğundan daha kilolu algılar, görünüşünü beğenmez, çirkin gelir ve buna hayatında çok önemli yer vermeye başlar. Kilosunu ve görünümünü takıntı haline getirir, sürekli ilgilenmeye başlar. Neticesinde yemek yemeyi kısıtlamaya ya da durduramadan tıkınırcasına yedikten sonra kendine göre dengeleyici hareketlerde bulunmaya başlar. Bunlar kusmak, ilaç kullanmak, kendini aç bırakmak ya da aşırı egzersiz olabilir.

Blumia nervoza öldürür mü?

 

Blumia nervoza ya da kısaca blumia, öldürücü ya da hayati risk taşıyan bir hastalık değildir fakat eşlik eden diğer psikiyatrik semptomların varlığında ya da tedavi edilmediği ilerlediği takdirde intihar düşüncesine varabilir. Bu da hastaların hayatını tehdit eden düzeye gelebilir. Genelde diğer bir yeme bozukluğu olan anoreksiyadan daha iyi huylu ve hafif seyreder. Olası tehlikeleri en iyi sizinle ilgilenen hekimler teşhis edecektir onların değerlendirmeleri önemlidir.

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

BİPOLAR BOZUKLUK

BİPOLAR BOZUKLUK

 

Bipolar bozukluk nedir ?

 

Bipolar bozukluk, eski adıyla Manik-Depresif bozukluk manik, hipomanik ve depresif ataklarla karakterize bir psikiyatrik hastalıktır. Psikiyatrik hastalıklar sınıflandırılmasında, ‘duygudurum bozuklukları’ içinde yer almaktadır. Bu halde, duygulanım (affect) ve duygudurum (mood) kavramlarından bahsetmek de faydalı olacaktır. Duygulanım bir kişinin içinde bulunduğu geçici ruh halidir. Anlık değişebilir, dış faktörlerle ve bizim dışımızdaki hayatla çok ilişkilidir. Örneğin, mutlu, kızgın, heyecanlı olmak birer duygulanımdır. Benzetme yapmak gerekirse ‘misafir’ gibidir, eve gelip gider. Duygudurum ise, kişinin uzun süreli içinde bulunduğu kalıcı ruh halidir.

Bipolar, kelime anlamı olarak ‘iki uçlu’ anlamına gelmektedir. Bir uçta aşırı neşe, hareketlilik, heyecan ve yükselmiş duygudurumu varken diğer uçta aşırı düşmüş, enerjisini yitirmiş, karamsar, çökkünleşmiş duygudurum .Bütün bu keskin değişimler hastanın günlük yaşamını ciddi oranda etkiler, işini yapmasını, aile yaşamını sürdürmesini, bilişsel fonksiyonlarını devam ettirmesini çok zorlaştırır. Zaman zaman ataklar hastaneye yatış gerektirecek kadar ağır olabilir.

Bipolar bozuklukta görülebilen manik ataklar, Psikotik özellikli, postpartum başlangıçlı, mevsimsel özellikli ve hızlı döngülü olmak üzere 4 alt tipe ayrılır. Psikotik özellikli ataklar esnasında, sanrılar (halüsinasyonlar) ve hezeyanlar görülebilir. Hasta ve etrafındakiler için tehlike arz edebileceğinden genelde hastanede tedavi edilir. Mevsimsel özellikli olan manik ataklar ise genelde yaz ve bahar dönemlerinde, havanın güzelleşmesine paralel artış gösterir. Postpartum başlangıçlı olanlar, doğum sonrası başlar. Hızlı döngülü olanlar ise senede 4’ten fazla atağın görüldüğü atakları ifade eder.

Bipolar bozukluğun genel olarak kabul edilen 4 alt tipi vardır. Bipolar I, Bipolar II, siklotimik bozukluk ve tanımlanmamış bipolar bozukluk. Bipolar I, tanısı için hasta mutlaka hayatında en az 1 kez manik atak geçirmiş olmalıdır. Bipolar II için ise manik atak geçirmiş olmak şartı mevcut değildir. Hastanın yalnızca depresif ataklar geçirmesi ile de görülebilir. Bu açıdan tanısı en zor konan bipolar tipidir, sıklıkla majör depresyon tanısı alırlar ve bu yüzden tedavileri gecikir. Siklotimik bozukluk ise hipomanik ve depresif atakların birbirini izlediği ve hastanın sık sık bu döngüyü yaşadığı nispeten daha hafif bir bipolar bozukluk tipidir.

Bipolar bozukluğun ya da benzer semptomların altında alkol ve madde kullanımı, başka ilaçlar, organik beyin hastalıkları gibi sebeplerin yatabileceği unutulmamalı, bunlar iyi tetkik edilmelidir.

 

Bipolar bozukluk belirtileri nelerdir ?

Bipolar bozukluk temel olarak duygudurumun yükseldiği (eleve olduğu) ‘mani’ , maniden biraz daha düşük şiddette ama yine duygudurum yüksekliği görülen ‘hipomani’ ve duygudurumun düşüp çökkünleştiği (deprese olduğu) ‘depresyon’ dönemlerinden oluşur.

MANİ döneminde hastalar pek çok alışılmışın dışında hareket sergileyebilir. Bunlardan bazıları şöyle olabilir;

  • Artmış özgüven ve yükselmiş ruh hali
  • Uyku ihtiyacında ve süresinde azalma
  • Uyku süresi ve ihtiyacında azalmaya tezat oluşturacak bir enerji yüksekliği
  • Aşırı hareketlilik
  • Fazla konuşmak, konuşmaya başlayınca susmamak
  • İştah açılması
  • Kilo alma ya da kilo verme
  • Fikir uçuşması (düşüncelerin birbirini kovalıyormuş gibi hızlıca geçmesi)
  • Dikkat ve konsantrasyon azalması
  • Günlük iş/okul performansında düşüş
  • Normalde harcamayacağı kadar para harcamak (ihtiyacı olmayan şeyleri almak, çok miktarda borç para vermek gibi)
  • Dürtüsel ve tehlikeli olabilecek davranışlar (aşırı hızlı araba kullanmak, bilmediği, yapmadığı tehlikeli sporlara ani ilgi göstermek gibi)
  • Cinsel istekte artma

DEPRESYON

döneminde ise hastaların duygu durumunda çökkünlük izlenir. Bu çökkünlük hepimizin sıklıkla deneyimlediği gibi basit, sıradan bir moral bozukluğu gibi olmamalı, hastanın günlük yaşamını sürdürmesine engel olacak düzeyde olmalıdır. Bu duruma depresif atak adı verilir. Depresif atakta ise şu semptomlar izlenebilir;

  • Mutsuz, hüzünlü ve üzüntülü ruh hali
  • Umutsuzluk, boşluk veya değersizlik hissi
  • Kolay alınma, kolay sinirlenme
  • Daha önce keyifle yaptığı aktivitelerden, hobilerden, ilgi alanlarından artık keyif almama
  • Enerjisizlik, keyifsizlik
  • Çok uyuma, uyku süresinde artma buna rağmen dinlenmemiş ve yorgun uyanma
  • Az uyuma, uykuya dalmada güçlük, sık sık uyanma
  • Dikkatte ve bilişsel fonksiyonlarda azalma
  • Ölüm düşüncesi, intihar düşüncesi ve planlaması ya da intihar girişimi

 

Özellikle kalın punto ile yazılmış olan belirtiler depresif atak için olmazsa olmaz belirtilerdir.

 

 

Bipolar bozukluk nedenleri nelerdir ?

 

Bipolar bozukluğun, henüz sebebi tam olarak bilinmemektedir. Genetik geçiş diğer psikiyatrik hastalıklardan daha yüksektir. Bir ebeveyninde bipolar bozukluk görülen çocukların %8, tek yumurta ikizinde bipolar bozukluk olan kişilerin ise %35 ihtimalle bipolar bozukluğa sahip olması bunu kanıtlayan bir veridir. Fakat tam olarak belirli genlerle aktarılan, aile içinde doğrudan alt nesillere geçen bir hastalık değildir. Ortaya çıkması için çevresel faktörler ve genetiğin bir araya gelmesi gerekir.

Çevresel faktörlerin en önemlisi aile yaşamıdır. Genetik yatkınlığı olan kişilerde aile yaşamının da destekleyicilikten ve şefkatten uzak olması, iletişim eksikliği yaşanması, boşanmalar, sık yaşanan tartışmalar, aile içi her tür şiddet yatkınlığı tetikleyerek hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır.

Bipolar bozukluk için hangi doktor ve hangi bölüme, ne zaman gidilmeli ?

 

Bipolar bozuklukla ilgilenen bölüm Ruh ve Sinir Hastalıkları (Psikiyatri) bölümüdür. İlgilenen doktorlar da psikiyatristlerdir. Hastalığın psikolojik bir hastalık olmasından kaynaklı bazen hastalardaki problemleri psikologlar da fark edebilir. Psikologlar doktor değildir. Organik (beyin kimyasıyla doğrudan ilişkili) hastalıkları tedavi etme yetkinlikleri yoktur. Böyle bir durumda, bipolar bozukluğun kesinlikle psikiyatristlerce tedavi edilmesi gereken organik bir hastalık olduğu unutulmamalı ve hasta ruh ve sinir hastalıkları bölümüne yönlendirilmelidir.

 

TEDAVİSİ

 

Bipolar bozukluk teşhisi

Bipolar bozukluk teşhisinde ilk adım bipolar bozukluğun alt tipine karar vermektir. Bipolar bozukluğun temel olarak tanımlanmış 4 alt tipi vardır; Bipolar I, Bipolar II, Siklotimik bozukluk ve tanımlanmamış bipolar bozukluk.

 

Bipolar I bozukluk teşhisi koymak için hastanın yaşam süresi boyunca en az 1 kere manik atak geçirmiş olması gerekmektedir. Bir yükselmiş duyguduruma manik atak teşhisi konabilmesi için, belirtiler başlığında saydığımız belirtilerin belli bir miktarının hastada en az 1 hafta boyunca, haftanın neredeyse her günü yaşanması gerekir. Ayrıca, bu belirtilerin hastanın fonksiyonelliğini bozacak (günlük hayatını pek çok açıdan engelleyecek) düzeyde olması şartı mevcuttur. Son olarak da bu belirtilerin, herhangi bir ilaç, madde kullanımına yada başka bir tıbbi duruma dayanmaması gerekir.

 

Bipolar II bozukluk teşhisi koymak için, manik atak geçirmiş olmak gerekmemektedir. Yalnızca depresif atak teşhisi konabilmesi yeterlidir. Depresif atak teşhisi koymak için, belirtiler başlığında saydığımız belirtilerin belli bir miktarının en az 2 hafta boyunca, haftada neredeyse her gün devam etmesi ve içlerinde mutlaka depresif modda olmak veya ilgi-istek azalması semptomunun bulunması gerekir. Ayrıca, bu belirtilerin hastanın fonksiyonelliğini bozacak (günlük hayatını pek çok açıdan engelleyecek) düzeyde olması şartı mevcuttur. Son olarak da bu belirtilerin, herhangi bir ilaç, madde kullanımına yada başka bir tıbbi duruma dayanmaması gerekir.

Yalnızca depresif atakla tanı alabilmesi, başta depresyon (unipolar duygudurum bozukluğu) olmak üzere pek çok hastalıkla ayırıcı tanısının yapılmasını zorlaştırmaktadır.

 

Siklotimik bozukluk teşhisi koymak için, hastanın depresif veya manik atak tanımını tam olarak karşılamayan atakları en az 2 sene (ergen ve çocuklarda 1 sene) art arda yaşanması gerekir. Aralarında 2 aydan daha uzun zaman bulunmamalı ve birbirini takip eden nitelikte olmalıdır. Ayrıca, bu ataklar manik, hipomanik yada depresif atak tanımlarının hiçbirine tam olarak uymamalıdır. Belirtileri daha iyi açıklayacak bir psikiyatrik hastalık bulunmamalıdır. (şizoaffektif bozukluk, kişilik bozuklukları gibi) . Son olarak da bu belirtilerin, herhangi bir ilaç, madde kullanımına yada başka bir tıbbi duruma dayanmaması gerekir.

 

Bipolar bozukluk tedavisi

 

Bipolar bozukluğun maalesef kalıcı bir tedavisi bulunmamaktadır. Tedaviler atakları kontrol altına almak ve hastanın yaşam kalitesini arttırmak ve hastanın kendisine yada çevresine zarar vermesini engellemek üzerinedir.

Hastalığın alt tipi belirlendikten sonra tedavi safhası vakit kaybetmeden başlamalıdır. Tedavide esas olarak psikoterapi + ilaç tedavisi en çok tercih edilen rejimdir. İlaç tedavisinden, alt başlıklarda detaylı olarak bahsedilmiştir.

Psikoterapi, hastanın duygulanımlarını düzenleyip yeni ataklara girmesine engel olma amacı taşır. Hastanın stres yönetimini öğrenmesi, atakları başlatabilecek gelişmelere karşı direnç kazanması en önemli kazanımdır. Bunun yanı sıra, hastanın ilaç tedavisine uyumunun artması ve bipolar bozuklukla beraber seyreden başka psikolojik durumlar varsa bunların tedavisi için de psikoterapinin etkinliği kanıtlanmıştır. Psikoterapi en sık bilişsel-davranışçı terapi yöntemiyle uygulanmaktadır. İlaç tedavisi olmadan yeterli bir etkinliği olmayıp destekleyici tedavi olarak önemlidir.

Bipolar bozukluk tedavi edilmezse

 

Bipolar bozukluk tedavi edilmezse, mani ve depresyon dönemlerinin süresi uzar ve ataklar şiddetlenir. Ataklar arasındaki semptomsuz iyilik dönemi kısalır. Sık yaşanan ataklar hastanın günlük yaşantısından kopmasına, akademik uğraşlarını sürdürememesine, aile ve sosyal çevresiyle ilişkisinin bozulmasına ve neticesinde işlevselliğinin çok ciddi düzeyde bozulmasına yol açar. Bu şekilde hayat akışından gittikçe kopan hasta özellikle depresyon dönemlerinde intihar girişimlerinde bulunabilir ve sonuca ulaştırabilir.

Bipolar bozukluk mutlaka tedavi edilmesi gereken, tedavi edilmenin yanında sürekli kontrol altında tutulması ve izlenmesi gereken bir hastalıktır. Bu süreçte hasta yakınlarına çok iş düşmektedir. Hastalar mümkün olduğunca gözlemlenmeli, duygudurumlarında bir düşme ve tırmanma olması durumunda doktora başvurulmalıdır.

Bipolar bozukluğa ne iyi gelir ?

 

  • Bipolar bozukluk için de diğer tüm psikiyatrik durumlar gibi çevresel destek en önemli faktördür. Hastalar mutlaka yakınlarıyla iyi ilişkiler içinde olmalı, yargılanmamalı, stres ve baskı altında hissetmemelidir.
  • İş yerinde veya akademik hayatta da stres seviyesini mümkün olduğunca aşağı çekmeleri gerekir. Stres yönetimi için gerekirse psikoterapi alınmalı, bu durumda yapılacaklar öğrenilmelidir.
  • Düzenli ve yeterli beslenmek, düzenli egzersiz yapmak çok faydalıdır.
  • Madde kullanımı ve ilaç istismarı mutlaka önlenmelidir.
  • Alkol mümkün olduğunca az alınmalıdır. Hiç alınmaması tavsiye edilir.
  • Uyku düzeni sağlamak, stresin azalması ve hayat rutininin oturması için önemlidir. Uykunun mutlaka yeterli sürede (en az 7 saat) ve doğru zamanda gece uykusu olarak alınması gerekir.
  • Nefes egzersizleri, meditasyon, yoga gibi stres azaltıcı aktiviteler iyi gelebilir.
  • Hobi edinmek ve keyifli vakit geçirmek iyi gelebilir.
  • Kişisel problemler ve günlük yaşanan stresle başa çıkma yöntemleri öğrenilmeli ve bu konuda gelişim sağlanmalıdır.

Bipolar bozukluğa ne iyi gelmez ?

 

  • Stresli ve olumsuz yaşantılar bipolar bozukluğu en çok tetikleyen faktörlerin başında gelir.
  • Hastalar yalnız yaşayabilir fakat duygusal olarak yalnızlık ve terk edilmişlik hissi yaşamalarının önüne geçilmelidir. Ayrıca sürekli gözlem altında tutulmaları ve ihmal edilmemeleri atakların zamanında yakalanması ve tedavi edilmesi için çok faydalı olur.
  • Alkol ve madde kullanımı atakların sıklığını arttırır.
  • Gebelik ve doğum sonrası dönem kadın hastalarda ataklara yol açabilir.
  • Menepoz
  • Aşırı çay ve kahve tüketimi
  • Guatr özellikle hipotroidi
  • Yaşam düzeninde ani değişiklikler (bir yakını kaybetmek, taşınmak, işten kovulmak gibi) atakları arttırabilir.
  • Havanın çok kapalı olması depresif atakları, çok sıcak ve güneşli olması ise manik atakları provoke edebilir.
  • Herhangi bir ekstra bedensel ya da ruhsal hastalık sahibi olunması hastayı strese sokabilir.
  • Bipolar bozukluk için kullanılan ilaçlar, özellikle de lityumun kandaki düzeyi pek çok ilaçtan etkilenerek artıp azalabilir. Bunun önüne geçilmesi için başka bir ilaç kullanılacağı zaman doktorunuzu mutlaka bilgilendirin.
  • Su tüketim azlığı, tuz tüketminin artışı lityum atılımını bozacağından mutlaka engellenmelidir.
  • Kontrolleri kaçırmak ve ilaç alımlarını aksatmak asla önerilmez, bu konuların titizlikle üzerinde durulmalıdır.

Bipolar bozukluk ilaçları

 

Bipolar bozukluğun tedavisinde kullanılan temel ilaç grubu duygudurum stabilizatörleridir (dengeleyicileri). Bunların yanında depresif dönemlerde antidepresanlar, manik yada depresif dönemlerin kontrol altına alınamadığı durumlarda ise anti-epileptikler dediğimiz esas olarak epilepsi (sara) hastalığı için üretilmiş ilaçlar kullanılır. Bazen duygudurum stabilizatörlerinin etkisini güçlendirmek amacıyla esas amacı şizofreni tedavisi olan antipsikotikler de kullanılabilir.

Lityum: Lityum elementinin tuz haline getirilmiş ilaç formudur. Tam olarak mekanizması bilinmese de manik ve hipomanik atakları azaltmada çok başarılıdır. Düzenli ve doğru kullanıldığında depresif atakların önlenmesinde de faydalı olduğu bilinmektedir. Bu sayede bipolar bozukluk tedavisinde ilk sırada kullanılan, ‘altın standart’ ilaç olarak kabul edilmektedir. Lityum tedaviye dirençli depresyon tedavisinde de kullanılmakta olumlu etki etmektedir. Hastaların yaklaşık %40’ı lityuma cevap verir. Cevap vermeyenler için ileri yada alternatif tedavilere geçilmesi gerekir.

Oral yoldan (ağızdan) hap formunda, genelde günde 2-3 doz olarak kullanılır. Tok kullanılması tercih edilir. Diğer ilaçlarla sık etkileşime geçer bu sebepten başka hastalıklara sahip hastalar mutlaka doktorlarını lityum kullandıklarından haberdar etmelidir. Lityum atak dönemlerinde de aradaki semptomsuz dönemlerde de kullanılması gereken bir ilaçtır ara verilmez.

Lityum konusunda bilinmesi gereken önemli bir husus da yan etkileridir. Maalesef lityum pek çok yan tesire sahiptir. En sık görülen bulantı-kusma, ishal gibi sindirim sistemi yan etkileridir.

Santral sinir sistemi yan etkilerine bağlı olarak da, baş dönmesi, zihin bulanıklığı, duygularda donuklaşma ve titreme görülebilir.

Lityum kullanımına başlamadan önce doktorunuz mutlaka, tiroit ve böbrek testlerinizi görmek isteyecektir. Bunun sebebi Lityumun tiroit dokusunda birikebilmesi ve böbreklerden atılıyor olmasıdır. Böbreklerden atılan tuz türevi bir madde olduğu için sık idrara çıkma isteği ve susuzluk hissi yaşatabilir.

Lityum, kalbin işleyişine de önemli düzeyde etki edebilmektedir. Kalp atış hızında artış ve düzensizlik yapabilir. Bilinen bir kalp hastalığınız varsa lityum kullanımından önce mutlaka doktorunuzu bilgilendirmelisiniz. Kalp hastalığınız olmasa bile kalp atışınızda bir değişim (çarpıntı hissi gibi) hissederseniz mutlaka doktorunuzla iletişime geçmelisiniz.

Eğer akne (sivilce), dermatit, sedef, egzama gibi cilt rahatsızlıklarınız varsa lityum kullanımıyla alevlenebilir yoksa başlayabilir.

Lityum kullanılırken en önemli faktörlerden biri de gebelik durumudur. Kullanılırken gebe kalınması durumunda bebekte Ebstein anomalisi denen bir kalp hastalığına yol açabilir. Benzer şekilde emzirmede de ‘gevşek bebek sendromu’na yol açtığı bilinmektedir. Gebe kalma planı olan hastalar mutlaka doktorlarını bilgilendirmeli ve ilaç değişimine gitmelidir.

Lityum bağımlılık ve bırakıldıktan sonra yoksunluk sendromu yapmaz.

Bu yan etkilerinden ötürü mutlaka lityum kullanılırken çok dikkatli olunmalıdır. Lityum kanda hep belli düzeyde bulunması gereken bir maddedir. Azalıp artması hastalığın gidişatını etkileyeceğinden doktorunuz sık aralıklarla kontrol etmek isteyecektir. Kontrolleri aksatmamak, ilaç dozunu doktordan habersiz kendi kendinize arttırıp azaltmak asla yapılmaması gereken şeylerdir.

 

Valproat (Valproik asit): Lityum tedavisinde en sık kullanılan 2. İlaçtır. Lityum gibi, hem manik hem depresif hem de koruma döneminde kullanılır. Aslında bir antiepileptik ilaçtır. (Sara hastalığı tedavisi için geliştirilmiştir.) Lityum tedavisine yanıtsız, sık döngülü hastalık geçiren (yılda 4 nöbetten fazla) yada atakların sert geçtiği, psikotik özellikli (gerçeklikten kopuşların yaşandığı) nöbetler yaşayan hastalar esas kullanım grubunu oluşturur. Lityumla beraber yada tek başına alınabilir. Yan etkileri arasında kilo alımı en çok öne çıkandır. Saç dökülmesi ve kadınlarda regl (adet) dönemi düzensizliği yapabilir. Kanda belli düzeyde bulunması gerekir, kontrollerin aksatılmaması düzey ayarlanması bakımından çok önemlidir.

 

Karbamazepin: Valproat gibi bir antiepileptik (sara hastalığı için kullanılan) ilaçtır. Kanda hep belli düzeyde bulunması gerekir. Doz ayarlaması çok önemli olup, kullanıldığı esnada karaciğer fonksiyon testleri düzenli takip edilmelidir. Lityum ve valproat gibi atak dönemlerinde de koruma dönemlerinde de ara vermeksizin kullanılır.

Lamotrijin: Valproat ve karbamazepin gibi bir antiepileptik (sara hastalığı için kullanılan) ilaçtır. Daha çok depresif dönemlerin tedavisi için kullanılmaktadır. Diğer duygudurum düzenleyicilerden farklı olarak gebelikte kullanılabilir olması tercih sebebidir. Steven-Johnson sendromu dediğimiz akut bir yan etkiye sebep olabilir. Bu ciltte kızarıklıklar, bül benzeri yapılar oluşabilen bazen iç organları da tehdit eden ciddi bir sendromdur fakat görülme sıklığı oldukça düşüktür.

 

Antipsikotikler: Esas amaçları şizofreni ve benzeri psikotik hastalıkların tedavisidir. Atakların kontrol altına alınmasının zorlaştığı ve yan etkileri tolere edebilecek (kaldırabilecek) seçilmiş hastalarda tedaviye eklenebilir. Daha çok hastaneye yatış gereken durumlarda acil kullanılırlar.

Tipik ve atipik antipsikotikler olarak 2 gruba ayrılırlar. Tipik antipsikotikler, daha önce bulunmuş yan etki bakımından daha ağır ilaçlardır. Bunlar arasında, Haloperidol, Klorpromazin, Trifluperazin bulunur. Yan etkilerini engellemek için biperiden ile birlikte kullanılırlar.

Atipik antipsikotikler ise tipiklere göre belirgin olarak daha az yan etki yapar. Ketiapin, Olanzapin, Aripiprazol, Risperidol bu ilaçlardan bazılarıdır. Kullanımlarındaki kolaylık nedeniyle son yıllarda giderek daha fazla tercih edilmektedirler. En önemi yan etkileri kilo alımı, kolesterol fazlalığı, tansiyon artışı, diyabete yatkınlık gibi durumlar olup bunlar birleşip metabolik sendrom dediğimiz tabloya yol açabilir.

 

Antidepresanlar: Antidepresanlar daha çok depresyon dönemlerinde duygudurum düzenleyicilere yardımcı olarak kullanılırlar. Mani döneminde kullanılmaları sakıncalı olup ataksız ara dönemlerde de mani dönemine kayma durumu yaratabilirler. Bu yüzden tek başlarına kullanılmaları bipolar bozuklukta pek tercih edilmez. Duygudurum stabilizatörleriyle birlikte verilmeleri daha uygundur.

Antidepresanlar içinde maniye kayma eğilimini en çok arttıranlar trisiklik antidepresanlardır, dikkatli kullanılmaları gerekir.

 

Gebelikte bipolar bozukluk

Gebelikte bipolar bozukluk maalesef üzerinde tam olarak anlaşılmış bir konu değildir. Çünkü bunun için gereken düzeyde ve büyüklükte araştırma dünya çapında da ülkemizde de henüz yapılamamıştır. Bipolar bozukluğun hamilelik döneminde yatışacağına dair eski bir inanç mevcuttur fakat bu her zaman geçerli değildir. Tam tersi, ilaç kullanımındaki değişikliklerden kaynaklı atak sıklığı ve şiddeti artış gösterebilmektedir. Gebelikte mümkün olduğu kadar

Gebelikte bipolar bozukluğun yönetiminde karşımıza çıkan en önemli problem ilaçlar ve yan etkileridir. En sık tercih edilen ilaç olan lityum bebekte Ebstein anomalisi (ciddi bir kalp hastalığı) oluşmasına neden olur. Bu nedenle bebeğin organlarının oluşma aşamasında yani ilk 3 ayda kullanılmaktan kaçınılır. Fakat bazen doktorunuz tarafından fayda-zarar karşılaştırması yapılarak kullanımı önerilebilir. Lityum kullanımı kesilmeyecekse mutlaka gebeler bol su içmeli ve tuz tüketimini normal sınırlarda tutmalıdır.

Valproik asit ve karbamazepin gibi antiepileptik ilaçlar ise ‘Nöral tüp defekti’ dediğimiz komplike bir probleme yol açar. Çocuğun sinir sistemini oluşturacak olan ana yapıda bozukluklar yaratabilir. Lamotrijin, valproat ve karbamazepinden farklı olarak gebelikte daha güvenli kabul edilmektedir.

Antipsikotikler içinde ise tipik diye adlandırılan sınıf gebelikte nispeten daha güvenli bulunmuştur.

Antidepresan ilaçlar ise, duygudurum düzenleyiciler olmadan tek başına kullanılmaya başlarsa özellikle manik ataklarda artışa sebep olabilir.

(İlaçlar hakkında detaylı bilgi bipolar bozukluk ilaçları başlığı altında verilmiştir.)

Gebelikte bipolar bozukluk tedavisinde öne çıkan en yan etkisiz yöntem ise EKT dediğimiz, Elektrokonvülsif terapidir. EKT, halk arasında elektroşok olarak da bilinmektedir. Sanıldığı gibi korkunç bir tedavi yöntemi olmayıp artık genel anestezi altında hastanın maksimum konforu düşünülerek uygulanmaktadır. EKT gebelik dışında da kullanılabilen bir tedavi yöntemidir fakat normal zamanda ilaçla kontrol sağlanabilirken gebelikte atak kontrolü sağlayan ilaçların çoğu ciddi yan etkilere sahiptir. Bu sebeple EKT bir adım öne çıkmaktadır.

Çocuklarda bipolar bozukluk

 

Bipolar bozukluk, çocuk ve ergenlerde de görülebilen bir hastalıktır fakat erişkinlerden belli başlı farklılıkları vardır. En önemli farklarından biri erişkinlerde manik ataklarda görülen neşeli ve yüksek duygudurum çocuk ve ergenlerde yerini irritabiliteye bırakır. İrritabilite, çabuk öfkelenme ve aşırı sinirlilikle kendini gösteren bir durumdur.

Başka bir önemli farklılık, çocuklarda ataklar erişkinlerden daha hızlı döngülü ve genelde karma özellikte olur. Aynı anda hem manik hem depresif atak semptomları gösterebilirler.

Genel olarak tüm psikiyatrik hastalıklarda geçerli olan bir durum da maalesef erken yaşta başlayan durumların daha zor tedavi edilen, daha sık nükseden ve kronikleşmeye meyilli olmasıdır. Bu açıdan dikkatle izlenmeli, tedaviye maksimum uyum sağlanmalıdır.

Çocuklarda bipolar bozukluk dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile beraber görülebileceği gibi bazen bu şekilde yanlış da tanımlanabilir. Çocuklarda alışılmışın dışında davranışlar görülürse vakit kaybetmeden bir çocuk ruh ve sinir hastalıkları uzmanına başvurulması gerekmektedir.

 

 

SSS

 

Bipolar bozukluk düzelir mi, geçer mi?

Eğer düzelmeyi grip olup iyileşmek gibi algılıyorsak o şekilde bir düzelme yaşanmaz. Bipolar bozukluk bir ömür tedavi almayı ve yaşam stilini hastalığa göre düzenlemeyi gerektirir. Fakat bu karamsar bir cevap olarak algılanmamalıdır. İlaçlar düzenli kullanıldığı, tedaviye ve hayat stiline dikkat edildiği takdirde bipolar hastaları da normale çok yakın hayatlar yaşabilirler. Zaten çoğu hasta atak dönemleri arası normal modda olur.

 

Bipolar bozukluk genetik mi? Anneden-babadan geçer mi?

 

Bipolar bozukluk tamamen genetik değildir fakat genetiğin hastalık üzerinde önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bipolar hastalığınız varsa bunu çocuğunuza geçirme ihtimaliniz vardır fakat %100 değildir. Herhangi bir oran da verilemez.

 

Bipolar bozukluk kaç yaşında başlar ? Doğuştan mıdır ?

 

Bipolar bozukluk için doğuştan denemez, doğuştan getirdiğimiz genlerin hastalıkta etkisi vardır fakat genelde tanı alma yaşı ergenlik sonrasıdır. 20-45 yaş aralığı en riskli dönemdir. Yaşlılıkta ve çocuklukta nadir görülür.

 

Bipolar  bozukluk kimlerde görülür?

Bipolar bozukluk herkeste görülebilir. Özellikle bir ırka, cinsiyete, sosyal statüye, maddi duruma vb has değildir. Ailesinde bipolar hastalık olanlarda görülme olasılığı toplumun diğer kesiminden biraz daha fazladır. Ayrıca stresli yaşam, alkol madde bağımlığı, duygusal iniş çıkışlar, travmalar hastalığın ortaya çıkmasını hızlandırabilir.

Bipolar bozukluk tehlikeli bir hastalık mıdır, öldürür mü ?

Bipolar bozukluk özellikle atak dönemlerinde tehlikeli davranışlar sergilemeye neden olabilir fakat doğrudan hayati tehlike yaratan bir hastalık değildir.

 

Bipolar bozukluk hastaları tehlikeli midir, yalan söyler mi, şiddet uygular mı?

Bipolar bozukluk hastaları ataklar arası dönemde kişilikleri nasılsa o şekilde davranırlar. Sağlıklı insanlardan çok farklı değillerdir. Yalnız atak dönemlerinde dürtüsel davranışlar sergilerken insanlara dolaylı olarak zarar verebilirler. Örneğin para harcadığını gizlemek için yalan söyleyebilir, ya da postpartum (doğum sonrası) mani atağı sırasında bebeklerine zarar verebilirler. Bunların hepsi düzenli ilaç kullanımı, terapi ve gerekirse hastane tedavisi neticesinde düzelebilir yada engellenebilir. Tedavisini alan, hayat düzeni sağlanmış bipolar hastalarından korkmaya hiç gerek yoktur.

Bipolar bozukluk şizofreniye ya da başka bir hastalığa dönüşür mü?

Hayır, bipolar bozukluk şizofreniden farklı bir hastalık grubundadır ikisi arasında bir ilişki yoktur, birbirlerine dönüşmezler. Fakat bazen manik ataklar esnasında psikotik (hezeyanların, halüsinasyonların görüldüğü özellikte) semptomlar ortaya çıkabilir. Bunlar tedaviyle kontrol altına alınır ve atak geçtiğinde kaybolur.

 

Bipolar bozukluk evlenmeye engel midir?

 

Bipolar bozukluk evlenmeye engel bir durum değildir. Yalnız genetik geçiş gösterebileceği bilinmeli, gebelik kararı buna göre verilmelidir. Aynı zamanda bipolar bozukluğa sahip bir bireyle evlenmek ciddi bir sorumluluk sahibi olmak demektir. Bunların hepsi göz önünde bulundurulmalıdır.

 

Bipolar bozukluk çalışmaya/okumaya engel midir?

 

Hayır değildir. Bipolar bozukluk yaşayan bireyler genel olarak atak arası dönemlerde gayet normaldir. Çalışabilirler, okuyabilirler, günlük hayatlarında kısıtlama olmaz. Yalnız sürekli kullandıkları ilaçların yan etkileri konsantrasyon düşüklüğü, uyku hali gibi semptomlara yol açabilir. Bu durumda doktorlarıyla konuşmaları ve gerekirse ilaçlarını değiştirmeleri gerekir. Her ilaç da her yan etkisini her hastada göstermez. Bunlar tamamen kişiye özeldir.

Atak zamanlarında izin kullanmaları gerekebilir. İş başvurularında mutlaka tıbbi durumun iş sahibine belirtilmesi gerekir.

 

 

Bipolar bozukluk hastalarına nasıl davranılmalıdır?

 

Bipolar bozukluk yaşayan bireylere her zaman stresten, kaygıdan ve üzüntüden uzak olmaları tavsiye edilir. Doğal olarak hasta yakınlarının da bunun bilincinde olması mümkün olduğunca hassas davranmaları gerekir. Özellikle atak zamanlarında destekleyici olunmalı, hasta hiçbir şekilde yargılanmamalı, sorgulanmamalı, yadırganmamalıdır. Tartışmaktan ve ikna etmeye çalışmaktan kaçınılmalıdır. Ataklar arası dönemde hastalar hep gözlemlenmeli, atakların başlangıç semptomları görüldüğü zaman hasta nazikçe doktoruna yönlendirilmelidir. Zaten bipolar bozukluğu olanlar anlama ve kavrama engeli yaşayan bireyler değildir. Kendi durumlarını farkındadırlar.

 

Bipolar bozukluk atakları ne kadar sürer?

 

Bu tamamen hastaya özgü gidişatla ilgilidir, net bir cevabı yoktur. Genel olarak manik ataklar en az 1 hafta, hipomanik ataklar 4 gün, depresif ataklar 2 hafta sürer.

 

 

Read more
3 Eylül 2022
Hastalıklar
zekig

Alkol bağımlılığı

ALKOL BAĞIMLILIĞI (ALKOLİZM)

Alkol bağımlılığı nedir?

Alkol bağımlılığı ve ya alkolizm, alkol kullanımı ve sıklığında artışın getirdiği negatif yaşantılara, sağlık problemlerine, sosyal hayat üzerinde oldukça olumsuz etkilere rağmen alkol kullanımının sınırlandırılamaması, gün geçtikçe alınan alkol düzeyinde artış ihtiyacı oluşması ve alkolün fiziksel bir ihtiyaç haline gelmesi ile karakterize tıbbi durumdur.

Alkol, beyin başta olmak üzere tüm sinir sistemini etkileyerek keyif verici his oluşturan bir organik moleküldür. İçki halinde satılan alkol genel olarak çeşitli bitkiler, meyveler ya da maddelerle belirli düzeyde sulandırılmış etil alkolün karışımından oluşur. Alkol bileşiği, karaciğerde etkisiz hale getirilip vücuttan uzaklaştırıldığı için en bilinen ve genelde ilk ortaya çıkan etkilerini karaciğer üzerinde gösterir. Fakat karaciğer ve sinir sistemine ek olarak, özellikle uzun süreli ve yoğun tüketimde vücuttaki pek çok sistemin dengesini bozarak sağlık açısından oldukça zararlı bir madde haline gelir.

Alkolle doğrudan ilgili tıbbi tabloların en önde gelenleri, alkol bağımlılığı, alkol yoksunluk sendromu ve alkol zehirlenmesidir. Elbette yoksunluk sendromu ve alkol zehirlenmesi de en sık alkol bağımlılığına bağlı meydana gelmektedir. Zira, alkol bağımlılığı hem kimyasal hem psikolojiktir. Yani vücut maddeye hem kimyasal olarak ihtiyaç duyar hem de keyif vericiliğine duygusal olarak bağımlılık geliştirir, bu yüzden bir süre alkol alınmadığında yoksunluk belirtileri (terleme, sinirlilik, ellerde titreme, yüzde kızarma, mide bulantısı gibi) hissedilmeye başlanır, bu tablo oldukça ağır ve rahatsızlık vericidir. Alkol, kendini etkisiz hale getiren karaciğer enzimlerini de kronik kullanımda arttırarak gittikçe daha çok alkol alma gereksinimi oluşturur, bu da alkol zehirlenmesine ve komasına zemin hazırlar.

Alkol bağımlılığı, erkeklerde sosyokültürel faktörlerden ötürü daha sık görülse de, kadınların alkole toleransı genel olarak daha düşüktür yani daha az alkolle daha çok sarhoş olurlar. Aynı şekilde çocukların ve alkol tüketmeyen insanların aynı miktarda alkolden daha çok etkilenmesi beklenir.

Her alkol kullanımı düzenli olsa bile alkol bağımlılığı sayılmaz. Kriterler detaylı olarak alkol bağımlılığı teşhisi altında anlatılmıştır.

Alkol bağımlılığı belirtileri nelerdir?

Alkol bağımlılığının en sık belirtileri aşağıda sayılanlar olup, bağımlılığın düzeyi arttıkça, daha çok belirti yaşanmaya başlanır ve mevcut olanlar şiddetlenir:

  • Alkol miktarını abartmak ve ayarlayamamak
  • Ayılma ve normal hayata dönmenin uzaması
  • Alkole karşı güçlü istek ve ihtiyaç hissetmek
  • Alkol alımının kişinin günlük hayatını etkilemesi, sorumluluklarına engel olması
  • Alkol kullanmaktan kaynaklı sağlık problemlerine rağmen bırakmamakta ısrar etmek
  • Çevreye ilgisizlik, içe kapanma, sosyal izolasyon
  • Aynı miktarda alkolle aynı sarhoş edici etkinin alınamaması (tolerans geliştirmek) ve buna bağlı olarak alınan alkol miktarının giderek arttırılması
  • Alkol alınmadığında (yaklaşık 4-12 saat genel olarak) mide bulantısı, terleme ve titreme gibi fiziksel belirtiler yaşamak

Eğer kendinizde ve ya yakınlarınızda bu belirtilerin var olduğunu düşünüyorsanız zaman kaybetmeden profesyonel yardım almaya başlamalısınız. Bu çok hayati ve acil bir problemdir.

Ayrıca alkol bağımlılarında sık görülen ve alkol kaynaklı fiziksel problemler de mevcuttur:

  • Karnın sağ üst kısmında şişkinlik (karaciğer büyümesinden kaynaklı)- genelde ağrısız olur
  • Karnın üst kısmında, belde, kuşak tarzında şiddetli ağrı- pankreas iltihabına bağlı olur
  • Çok sık idrara çıkma, susuz kalma ve neticesinde kanda vitamin ve mineral dengesizlikleri
  • Avuç içlerinde ve ellerde kızarıklık-kırmızılık
  • Gözlerde kızarma ve damarlanma
  • Alkole bağlı ufak travmalarla meydana gelebilen çeşitli vücut hasarları (kemik kırıkları, çıkıklar, incinmeler, morluklar, sıyrıklar) hatta kafa içi kanamalar meydana gelmesi
  • Başlangıçta kilo artışı görülse de zaman içinde beslenme bozukluğuna bağlı normal kiloda ve ya zayıf olunabilir
  • Kol ve bacak kaslarında güçsüzlük, zayıflık, çabuk yorulma
  • Çeşitli laboratuvar ve biyokimya belirteçlerinde değişiklikler

Alkol bağımlılığı nedenleri nelerdir?

Genetik, sosyokültürel ve psikolojik pek çok faktör alkol bağımlılığına zemin hazırlayabilir. Bazı bireylerin yalnız alkole karşı değil bağımlılık oluşturan her şeye karşı doğuştan yatkınlığı olduğu bilinmektedir. Elbette bu mutlaka bağımlı olacakları anlamına gelmez. Olumsuz yaşam şartlarında diğer bireylerden daha kolay bu yollara sapabilecekleri anlamına gelir.

Genel itibariyle şu kişiler alkol bağımlılığına daha yatkındır:

  • Çocukluk, gençlik ve ya erişkinlik dönemlerinde büyük ve onarılamamış travmaları olan bireyler
  • Genç yaşta alkol almaya başlayanlar
  • Her gün düzenli alkol alanlar
  • Ailelerinde ve ya yetiştikleri ortamda alkol-madde bağımlısı bireyler bulunanlar
  • Major depresyon, şizofreni, bipolar bozukluk, antisosyal kişilik bozukluğu gibi çeşitli psikiyatrik problemlerle mücadele edenler
  • Sosyal desteği eksik olan, kimsesiz, yalnız yaşayan ve bu yüzden rahatsızlık duyan bireyler
  • Çok alkol alınan ve bunun normal sayıldığı çevre ve meslek grupları içinde yer alanlar

 

Alkolün keyif vericiliğinin kaynağı, beynin yargılama, karar verme, hatırlama, duygulanma gibi işlevlerden sorumlu bölgelerini geçici olarak saf dışı bırakarak hatırlanmak istemeyen olumsuz deneyimlerden ve ya günlük hayatta baş edilmesi güç olan problemlerden kişiyi bir süreliğine uzaklaştırmasıdır. Fakat zaman içinde daha fazla fiziksel ve ruhsal probleme yol açar, bu yüzden sevimli gelmemesi gereken bir yoldur.

Bireylerin baş edemediği yaşantıları olabilir, bu hayatın doğal akışında herkesin yaşayacağı bir durumdur. Önemli olan bu durumlarda profesyonel destek almaktır. Alkol kullanımı hiçbir probleme gerçek bir çözüm sağlayamaz.

 

 

Alkol bağımlılığı tedavisi için hangi doktora/bölüme ne zaman gidilmeli?

Alkol bağımlılığı tedavisini yürüten bölüm Ruh Sağlığı ve Hastalıkları yani Psikiyatri bölümüdür. Psikiyatristler, tanıyı koyacak ve temel tedaviyi düzenleyecektir fakat alkol kullanımı vücudun neredeyse her sisteminde problem yaratabildiği için fiziksel belirtilerin tedavisinde diğer tıp bölümleri de sıklıkla tedaviye dahil olur. İç hastalıkları, özellikle de Gastroenteroloji, Dermatoloji, Nöroloji başta olmak üzere gerekli durumlarda Genel cerrahi, Ortopedi, Göz Hastalıkları gibi cerrahi branşlar da alkole bağlı fiziksel hastalıkların tedavisinde etkin rol oynar.

TEDAVİSİ

Alkol bağımlılığı teşhisi

Alkol bağımlılığı sorunu yaşadığını düşünen bir birey hekime başvurduğu takdirde öncelikle hekim, tıbbi hikaye ve geçmişi sorgulayacak, şikayetleri dinleyecektir. Ardından fizik muayene yaparak alkole bağlı oluşabilecek çeşitli bedensel belirtileri değerlendirecektir.

Herhangi bir alkol bağımlılığı testi doğrudan mevcut olmayıp, laboratuvar testleri de tanıda yardımcı olur. En sık kullanılanları, GGT, AST-ALT, MCV olup, vitamin-mineral eksiklikleri de izlenebilir. Bunların değerlendirmesi bireyin yaşı, sağlık durumu, ek hastalıkları gibi pek çok faktöre bağlı olabileceği için net bir aralık vermek doğru olmaz.

Alkol bağımlılığının psikiyatrik teşhisi de diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi uluslararası otoritelerce belirlenmiş kılavuzlarla konur. Bu açıdan hekimlerin en sık başvurduğu kılavuz olan DSM-5’e göre alkol bağımlılığı teşhisi için şu kriterler gerekir:

  • Alkol alınan ortamda, sosyal bir ortam bile olsa, miktar kısıtlaması yapamamak
  • Alınan alkol miktarını kısıtlamaya ve azaltmaya çalışmaya duyulan istek, ama zaman zaman bunda da başarısız olmak
  • Alkol almaya ve ya alkol kullanımı sonrası ayılma ve günlük fonksiyonel yaşama dönmeye çok fazla zaman ayırmak
  • Alkole karşı ciddi ve karşı konmaz bir arzu ya da ihtiyaç duymak
  • Alkol alımına bağlı olarak iş, eğitim hayatı gibi akademik alanların ve ya ev yaşantısının gerektirdiği sorumlulukları tam ve eksiksiz olarak yerine getirmekte güçlük çekmek
  • Alkol kullanımının kişisel, fiziksel, tıbbi ve ya sosyal sorunlara yol açtığı fark edildiği halde alkol kullanımını sürdürmek
  • Sosyal ya da işle ilgili aktiviteleri ve hobileri azaltmak/tamamen bırakmak
  • Uygun ve güvenli olmayan ortamlarda ve durumlarda bile alkol kullanma arzusu (yüzerken ve ya araba kullanırken)
  • Aynı miktarda alkolle aynı sarhoş edici etkinin alınamaması (tolerans geliştirmek) ve buna bağlı olarak alınan alkol miktarının giderek arttırılması
  • Alkol alınmadığında yoksunluk belirtileri göstermek (mide bulantısı, terleme ve titreme gibi) ve bu belirtiler ortaya çıkmasın diye içki içme ihtiyacı duymak

Eğer bu belirtilerden,

2-3 tanesi mevcut ise – hafif

4-5 tanesi mevcut ise – orta

6 ve daha fazlası mevcut ise – ağır

Alkol bağımlılığı olarak derecelendirilir. Eski tanı kılavuzunda yer alan alkol miktarı kriteri artık bir kriter olmaktan çıkmıştır, hayati fonksiyonların bozulması daha önemli bir kıstas olarak alınmaya başlamıştır.

Alkol bağımlılığı teşhisinde önemli bir faktör de, standart alkol kullanımını bağımlılıktan ayırmaktır. Günlük yaşamı etkilemeyen, fonksiyonel hayatı bozmayan, sorumlulukları yerine getirmekte problem yaratmayan, fiziksel sorunlarla beraber olmayan alkol kullanımı, her gün düzenli olsa bile alkol bağımlılığı sayılmaz.

 

 

Alkol bağımlılığı tedavisi

Alkol bağımlılığı tedavisi çok basamaklı ve çok yönlü bir tedavidir. Hem psikolojik, hem sosyal hem de fiziksel problemlere yol açtığı için tek bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Genel olarak 3 basamakta ele alınan alkol tedavisi şu adımları izler:

  • Alkolü kesme ve yoksunluk: Tedavinin ilk basamağı alkol tüketimini kesme ve bunun neticesinde oluşan yoksunluk belirtileri ile mücadele etmektir. Bu sürecin genelde kapalı bir klinikte ve ya ruh sağlığı hastanesinde geçirilmesi tercih edilir. AMATEM, Türkiye’de alkol ve madde kullanımı konusunda tedavi veren yetkin kurumların başında gelir bu sebeple psikiyatri bölümünde alkol bağımlılığı tanısı alan bireylerin önemli bir kısmı buraya yönlendirilir. Yoksunluk belirtilerinin (terleme, bulantı, kusma, titreme, agresiflik, uykusuzluk, iştahsızlık gibi pek çok rahatsız edici belirti görülebilir) tedavisinde hastanın fiziksel ve duygusal olarak daha fazla yıpranmasını önlemek amacıyla genelde çeşitli ilaçlara da başvurulur. Bu evre genel olarak 2-7 gün sürer.
  • Rehabilitasyon: Hasta alkole olan fiziksel bağımlılığını bitirmiş ve psikolojik bağımlılığın tedavi edilmesi aşamasına geçilmiştir. Bilişsel-davranışçı terapi başta olmak üzere, grup terapileri, hastaya yeni olumlu alışkanlıklar ve sağlıklı yaşama dair farkındalık kazandırılmasında önemli rol oynar. Ayrıca hastaya özel olarak tedavi planlaması yapılır, hedefler belirlenir. Ailenin ve sosyal çevrenin desteği bu aşamada hayati önem taşır. Mutlaka birey umut verici ve destekleyici bir sosyal çevre ile bir arada olmalıdır. Bağımlılığı yenebileceğine dair inancı asla sarsılmamalıdır.
  • Tekrar alkole başlamanın önlenmesi: Bu aşama bağımlılık tedavisinin son basamağı olup, ömür boyu sürecek bir süreçtir. Bu basamakta ele alınması gereken önemli bir faktör de kişiyi alkol bağımlılığına yönlendiren psikiyatrik hastalıkların ele alınması ve çözülmesidir. Adsız Alkolikler (AA) adlı topluluk da bu süreçte çok önemli rol oynar. Bağımlılıktan kurtulmuş ve bunu başarı ile sürdüren, sürece hakim ve sosyal deneyimi yüksek bireylerden oluşan bir destek grubu olan Adsız Alkolikler 12 basamaklı bir tedavi rejimini benimser ve kısa aralıklarla bir araya gelerek sosyal destek ve bağımlılığı önleme konusunda bireylere yardımcı olma amacı taşır. Dünyanın pek çok ülkesinde faaliyet gösterirler ve bağımlılık tedavisinde önemli başarılara imza atmışlardır.

Psikolojik tedavi süreçlerine gerekli görüldüğü takdirde çeşitli ilaçlarla destek olunur. Aile ve sosyal çevrenin desteği her aşamada oldukça ön planda bir unsurdur. Bireyler, umutsuzluğa kapılmamalı ve alkol bağımlılığının tedavi edilebilir, kurtulması mümkün bir problem olduğunu bilmelidir.

 

 

Alkol bağımlılığı ilaçları

Alkol bağımlılığı için kullanılan 3 temel ilaç vardır. Bu ilaçların hepsi birbirinden farklı etki mekanizmalarına sahip ve tedavinin genelde farklı aşamalarında tercih edilen niteliktedir. Bu ilaçlar elbette bir ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının reçete etmesiyle kullanılmalıdır.

Disülfiram (Antabus): Bu ilaç, alkol alındığı takdirde alkolün parçalanması için gerekli enzimlerden birini bloke ederek mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, yüzde ya da vücutta kızarma gibi oldukça rahatsız edici belirtilere yol açarak alkole karşı tiksinti oluşturur. Her alkol aldığında bu belirtileri yaşayan bireyler zamanla alkolden uzaklaşır.

Naltrekson: Alkol alma isteğini ve dürtüsünü azaltarak bağımlılık tedavisinde kullanılır. Ayrıca alkolün sağladığı sarhoşluk hissini keserek alkolün bireye olumlu duygular hissettirmesinin önüne geçer, bu sayede bağımlılık tedavisinde rol oynar.

Akamprozat: Alkol kesildikten sonra tekrar başlama isteğini ve alkole karşı dürtüyü azaltan bir ilaç olarak bağımlılık tedavisinde kullanılır. Genelde alkol bağımlılığının rehabilitasyonundan sonra devam ettirilme sürecinde kullanılır.

 

Naltrekson ve Akamprozat, alkol alındıktan sonra herhangi bir etkiye yol açmaz fakat disülfiram ciddi şikayetlere sebep olur. Aralarındaki en önemli fark budur. Hastanın özel durumlarına, kullandıkları başka ilaçlara, sahip oldukları diğer hastalıklara ve tedavisinde hangi evrede olduğuna göre gereken ilaçlar seçilebilir, değiştirilebilir ve ya düzenlenebilir.

Ayrıca hastanın alkol bağımlılığına sebep olan başka bir psikiyatrik hastalığı mevcutsa bu hastalığa yönelik tedavi de yapılır. Bu sebepten, antidepresanlar, antipsikotikler, duygudurum düzenleyiciler ve türlü ilaçlar da tedaviye eklenebilir.

 

 

Alkol bağımlılığı tedavi edilmezse?

Alkol bağımlılığı mutlaka tedavi edilmesi gereken, tedavi edilmezse ölümcül seyredecek bir problemdir. Hem fiziksel olarak verdiği zarar hem de hastanın günlük hayatında yol açtığı riskler bakımından oldukça olabilir. Ayrıca, alkol bağımlılığı yalnızca bağımlı bireyleri değil başta çevresi olmak üzere tüm toplumu etkileyebilecek bir durumdur, bu sebepten bir halk sağlığı sorunu da sayılır. Yeşilay gibi kurumlar bu sorunu önleme ve çözüm üretme amacı ile kurulmuştur.

Sosyal ve toplumsal anlamda alkol bağımlılığı ve etkileri şunlardır:

  • Motorlu araç kazaları neticesinde ölümler ve yaralanmalar
  • İlişki problemleri, evlilik ve romantik ilişkilerin yürütülmesinin zorlaşması, aile içi ve bireyler arası şiddet
  • İş kaybı, performans düşüklüğü, ekonomik kayıplar ve buna bağlı yaşamsal ihtiyaçların karşılanamaması
  • Suç işlemeye ve suça kurban gitmeye karşı artmış risk
  • Hukuki sorunlar ve buna bağlı alınan cezalar
  • Diğer madde bağımlılıklarına yatkınlık (sigara ve alkol bağımlılığı çok sık birlikte seyreder ve diğer yol açabileceği önemli bir sorun uyuşturucu madde bağımlılığıdır)
  • Korunmasız/güvencesiz cinsel ilişkiye girmeye karşı artan eğilim ve bunun neticesinde başlayan sağlık problemleri, bulaşıcı hastalıklar ve ya güvenlik sorunları
  • İntihar eğiliminde artma ve ya gerçekleştiğinde intiharın ölümle sonuçlanmasında artış

Alkol bağımlılığının tüm bu sosyal problemlerin yanı sıra yol açtığı ciddi sağlık sorunları vardır:

Karaciğer hastalığı: alkol karaciğerde yağlanma ve bağ dokusunda artışa bağlı olarak siroza yol açar. Siroz karaciğer yetmezliğidir. Karaciğer, gereken ürünleri sentezleyemez ve metabolizmadaki kilit rolünü yerine getiremez. Geri dönüşsüz ve ölümcül bir tablodur zira karaciğersiz bir yaşam insan için mümkün değildir. Aynı zamanda siroz temelli olarak karaciğer kanseri de gelişebilir, oldukça kötü seyirli ve ömrü kısaltan bir hastalıktır.

Sindirim sistemi problemleri: Alkol sindirim sistemi yolu ile karaciğere ulaşan bir madde olduğu için en yaygın etkilerini de bu organlar üzerinde göstermesi normaldir. Yemek borusunda çeşitli mantar, bakteri ya da virüslerden kaynaklanan iltihaplanmalar, midede gastrit ve mide ve bağırsaklarda ülserler alkol kullanan kişilerde çok sık izlenir. Ayrıca, mide ve ince bağırsaklardan emilimi de bozarak çeşitli vitaminlerine emilmesini engeller, vitamin eksikliğine yol açar.

Pankreas hastalıkları: Pankreas iltihabının (pankreatit) en sık sebebi alkol kullanımıdır. Oldukça ağrılı ve hayati fonksiyonları yerine getirmeyi zorlaştıran bir tablodur. Kronik hale gelirse, diyabet gibi problemlere yol açabilir.

Kalp-damar hastalığı: Alkol kalp kaslarının doğru çalışmasını engelleyerek kalpte büyüme ve bunun yol açtığı yetmezliğe sebep olur. Ayrıca, kalpte ritm düzensizliği, damar tıkanıklıkları, kalp krizi ve inmelere yol açabilir.

Diyabet ve şeker düzenlenmesi problemleri: Alkol pankreası etkilemesinin yanı sıra kan şekerinde ani ve sürekli düşüşlere yol açarak hipoglisemi de yapabilir.

Cinsel problemler ve adet düzensizliği: Kadınlarda adet düzensizliği, gebe kalmada güçlük ve ya gebe kalındığı takdirde düşük riskinde artış, erkeklerde ise cinsel fonksiyon kaybı ve iktidarsızlığa yol açabilir.

Kemik hasarı: Kemiklerin minerallerle sertleştirilmesi ve yeni kemik oluşumunu bozar, kemik kütlesinde azalma ve kemik erimesine yol açar. Bunun neticesinde, kolayca kırık oluşumu, kırık iyileşmesinde yavaşlama ve kemik iliğinde de zayıflık oluşmasına bağlı kan hücrelerinin oluşumunda azalma görülür.

Sinir sistemi problemleri: Yakın dönem hafıza zayıflığı, konsantrasyon ve işlevsellikte düşme, dikkat eksikliği en çok görülen belirtiler olup ilerleyen dönemlerde halüsinasyonlara, psikiyatrik hastalıklara, erken bunamaya, düşünce bozukluklarına sebep olur. Bunun yanında el ve ayaklardaki uzak sinirleri de etkileyerek uyuşma, karıncalanma ve hissizleşme yapabilir.

Bağışıklık sisteminde zayıflama: Kan ve savunma hücrelerinin oluşumu azalır, hastalıklara yatkın hale gelinir. Bunun yanı sıra, kanser gibi savunma sistemi hastalıklarında artış görülür. En sık karaciğer kanseri olmak üzere sıklıkla, gırtlak, yemek borusu, kalın bağırsak ve meme kanserine yol açar.

Diğer ilaçlar ve tedavilerle etkileşim: Diğer ilaçların miktarını arttırıp azaltarak etkilerini zayıflatabilir ya da dozunu kanda çok arttırarak zehirlenmelere yol açabilir.

 

Alkol bağımlılığına ne iyi gelir?

  • Alkol kullanımı ile ilgili bir problem olduğunu ve bunun hayatı etkilediğini kabul etmek
  • Profesyonel bir yardım almaktan çekinmemek ve bunun için adım atmak
  • Tedavi başladıktan sonra hekimin önerdiği şeyleri eksiksiz ve zamanında yerine getirmek
  • İlaç tedavisi önerildiyse mutlaka uymak, düzenli ve zamanında almak
  • Aile ve yakınların mutlak ve koşulsuz desteği, kabullenmeleri ve yalnız bırakmamaları
  • Eğer kişi farkında değilse yakınlarının uygun dille ve makul şekilde kişiyi tedaviye yönlendirme çabası göstermesi
  • Sosyal destek ve bağımlılıktan kurtulmuş bireylerle etkileşim halinde olmak, destek gruplarına katılmak (adsız alkolikler gibi)
  • Yeni hobiler, sağlıklı alışkanlıklar edinmek, hayatı pozitif verilerle doldurmak
  • Alkole kişiyi yönlendiren hastalıklar ve ya problemlerin çözümünü sağlamak/tedavisini almak

 

Alkol bağımlılığına ne iyi gelmez?

  • Tedavi edilmemiş psikiyatrik hastalıkların varlığı
  • Alkol problemini inkar etmek, bahane bulmak, hayatı ‘o kadar da etkilemediğini’ savunmak
  • Rezil olma, insanların duyması, itibar kaybetmek gibi gerçekçi olmayan korkularla tedaviyi ve profesyonel yardımı reddetmek (alkol uzun vadede bunların çok daha fazlasına yol açacağı için gerçekçi bir tutum değildir)
  • Alkol alımını arttırdığı bilinen ortamlara girmek
  • Alkol alan kişilerle ve özellikle alkol bağımlılığının oluştuğu aşamalarda sık görüşülen, alışkanlığa katkıda bulunan insanlarla görüşmek, bir arada kalmak
  • İlaç tedavisi ve ya uygun görülen diğer tedavileri reddetmek, düzensiz almak, kurallara uymamak

 

Alkol bağımlılığı ameliyatı

Alkol bağımlılığı için ameliyatla tedavi söz konusu değildir fakat alkolün yol açtığı problemlere bağlı operasyon gereksinimi oluşabilir.

Gebelikte alkol bağımlılığı

Gebelikte alkol bağımlılığı bebek ve anne için ölümcül ya da çok ciddi seyredebilen bir problemdir. Gebe kadınların alkolden tamamen uzak durması ve hiç tüketmemesi gerekir fakat bağımlılık düzeyindeki kullanımda doğru zihinsel kararları vermek, gereken önlemleri almak pek mümkün olmaz. Ayrıca alkol etkisi altında korunmasız ve güvensiz ilişki yaşanma olasılığı da yükseldiğinden gebelikler görülebilmektedir.

Gebelikte alkol kullanımının başta düşük olmak üzere bebek üzerine oldukça olumsuz etkileri mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir:

  • Organ gelişiminde bozukluklar, eksiklikler ve organ yokluğu
  • Sinir sistemi hasarları, zeka geriliği, omurilik hasarları
  • Gelişme ve büyüme geriliği
  • Düşük doğum ağırlığı
  • Yüz anormallikleri, kalp bozuklukları
  • Bebek ölümü ve düşükler

Çocuklarda alkol bağımlılığı

Çocuklarda alkol bağımlığı genelde görülmeyen bir tablodur fakat ergenlerin arasında yaygınlaştığı bilinmektedir. Ergenlerde alkol bağımlılığının yol açtığı en büyük risk diğer madde kullanımlarına da zemin hazırlamasıdır. Eğer ergen çocuğunuzda;

  • Dikkat dağınıklığı, okul performansında düşüş
  • Normalden çok para harcama ve harçlığını yetirememe
  • Gözlerde kızarma, uykuya meyilli olma hali
  • Önceden ilgilendiği şeylere karşı soğuma, içe kapanma, aktivitede azalma
  • Arkadaş çevresi ve ortamında değişiklikler görülmesi
  • Hızlı mod ve ruh hali değişikliği, çabuk öfkelenme, agresif davranma

Bu tür belirtiler görüyorsanız mutlaka bir ruh sağlığı profesyonelinden destek alın ve neler yapmanız gerektiğini öğrenin. Çocukları amaçsızca hırpalamak, kızmak, cezalandırmak gibi davranışlar alkol bağımlılığına başka bağımlılıkları eklemek ve problemi büyütmek dışında işe yaramaz.

  • Çocuklara örnek olun ve yanlarında içki tüketmeyin.
  • Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirin, beraber hobiler ve sağlıklı alışkanlıklar geliştirmeye çalışın ve ya bu konuda ona maddi-manevi destek olun.
  • Ona güvendiğinizi ve problemlerin üstesinden gelmesine yardımcı olacağınızı mutlaka belirtin fakat sağlıklı düzeyde sınırlandırmak, aldığı riskler konusunda bilgilendirmek ve tedaviye yönlendirmek konusunda net ve kararlı olun.

Tüm bunların yanında, alkol kullanımının çok erken başladığı ve şiddetli seyrettiği çocuklarda ciddi bir travma öyküsü ve ya antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik problemlerin sık görüldüğü unutulmamalı, çocuklar gözlenmeli ve böyle bir problemleri var olup olmadığının anlaşılması amacı ile mutlaka bir psikiyatriste yönlendirilmelidir. Okul başarısızlığı, sık sık okuldan kaçma, disiplinsiz davranışlar, ufak tefek de olsa suça ve şiddete meyil gibi faktörlerin genelde alkol bağımlılığı ile birlikte görülmesi bu sebeptendir.

SSS

Alkol bağımlılığı kaç günde geçer?

Alkol bağımlılığının geçme süresi elbette kişiden kişiye değişecek bir süredir. Kişinin alkol alım miktarı, bağımlılığının seviyesi ve süresi, ek psikiyatrik hastalıklarının varlığı, ek bedensel hastalıklar, alkol alımına yönlendiren sebebin ne olduğu gibi pek çok faktör bu süreyi etkiler.

Alkolün fiziksel bağımlılığı ortalama 1 hafta içinde geçer. Bu süreden sonra süreç kolaylaşır ve tekrar başlamamak için önlemler alınmaya başlanır. Sosyal desteği güçlü olan, tedavilere uyum gösteren, alkol problemi öncesinde sağlıklı bir çevre ve hayatı olan bireylerde problemin daha kolay çözüldüğü bilinmektedir.

Alkol bağımlılığının aile içi ve toplumsal yaşamdaki ilişkilerine etkileri nelerdir?

Alkol bağımlılığı, toplumsal olarak her düzeyde ilişkide büyük problemlere yol açar. Elbette bu konuda en büyük darbeyi alan da aile içi ilişkilerdir. Bu konuda en sık görülen ve önemli negatif etkiler şunlardır:

  • Çocukların ve ergenlerin alkol kullanımına şahit olması, örnek alması, bu davranışı normalleştirmesi
  • Alkolün kişinin karar verme davranışlarını bozarak ani ve yanlış tepkiler vermesine sebep olması
  • İş hayatında bozulmalar, iş kayıpları ve bunun neticesinde yaşanan maddi kayıplardan ailenin etkilenmesi, ihtiyaçların karşılanamaması, hayat standartlarının düşmesi
  • Alkolün yol açtığı bedensel hastalıkların kişiyi bakıma/yardıma muhtaç hale getirmesi ve sonucunda ailedeki bireylerin sırtına daha fazla maddi/manevi yük binmesi
  • Aile içi şiddette, suçlarda artış, her türlü cinsel/psikolojik/bedensel istismara ortam hazırlaması
  • Alkol bağımlısı aile bireyinin başka tür bağımlılıklar da geliştirmesi sonucu daha ciddi tablolar yaşanması
  • Alkol problemi olan aile bireyinin özkıyımı ve alkol bağlı kaybı neticesinde yaşanan sorunlar

 

Alkol bağımlılığının toplumsal etkileri nelerdir?

Alkol bağımlılığının toplumsal etkileri genel olarak şunlardır:

  • Toplumsal güvenliği tehlikeye atan riskli hareketlerde artışa yol açması (alkollü araç kullanma, başka madde kullanımlarına ve bağımlılıklara yatkınlık sağlama gibi)
  • İş kayıpları ve maddi sorunlara yol açması
  • Alkol etkisi ile suç işlemeye yatkınlığın artması
  • Alkol etkisi altında herhangi bir suça ve ya kazaya kurban gitme ihtimalinin artması
  • Alkole harcanan aile bütçesi ve toplumun çekirdeğini oluşturan çocuk ve gençlere aile tarafından yeterli imkanların sağlanamaması

 

 

 

 

Read more
22 Mart 2022
Hastalıklar
zekig

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB)

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

Obsesif kompulsif bozukluk ; kişiye rahatsızlık veren ve tekrarlayıcı olan düşünceler(obsesyon) ve bu düşüncelerin verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için tekrar tekrar yapılan davranışlar(kompülsiyon) ile karakterize psikiyatrik bir hastalıktır.

Obsesyonlar takıntı halinde kişinin zihnine gelir ve oldukça rahatsız edicidir. Obsesyonlar zihne istek dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa neden olurlar.Obsesyonların verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için yapılan kompülsiyonlar hem kişinin günlük hayatını hem de çevresindekileri etkiler.Kişi bu takıntıları nedeniyle günlük işlevlerini yapamaz hale gelebilir.

Temizlik, simetri,düzen,kontrol,sayı sayma,dini ve cinsel konularda obsesyonlar olabilir.

OKB si olan hastalarda görülebilecek belirtiler:

  • Kirlilik takıntısı nedeniyle sürekli temizlik yapma,defalarca el yıkama, banyoda uzun süre kalma
  • Kontrol takıntısı nedeniyle evden çıkmadan önce kilitli olduğunu görmesine rağmen defalarca kapıyı kontrol etme
  • Bazı eylemleri belirli sayılarda yapma
  • Dini veya cinsel konularla ilgili aklına olumsuz bir şey geldiğinde bunun gerçekleşeceğinden korkma,defalarca dua etme
  • Başkalarına zarar vereceğinden, hoş olmayan bir şey söyleyeceğinden korkma
  • Nesneler düzenli olmadığında aşırı rahatsızlık duyma ve hemen düzeltme çabası

OKB genellikle gençlik veya erken yetişkinlik döneminde başlasa da her yaşta görülebilir.

Belirtiler özellikle stresli zamanlarda artabilir.Tedavi edilmediği takdirde belirtilerde artma görülebilir.

OKB tanısı için yapılmış özel bir laboratuar testi yoktur. Teşhisi psikiyatrist tarafından yapılan psikiyatrik muayene ile konur.

Tedavide OKB ye yönelik ilaçlar ve hastanın obsesyonları ile ilgili yanlış inançlarını değiştirmeye yönelik yapılan terapiler oldukça faydalıdır.

 

Read more

Son Yazılarım

  • CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI
  • Depresyon
  • ŞİZOFRENİ
  • PİROMANİ
  • NEMFOMANİ

Son Yorumlar

Görüntülenecek bir yorum yok.

Arşivler

  • Ekim 2022
  • Eylül 2022
  • Mart 2022
Copyrights © 2023 Prof Dr. Mustafa Arı. Tüm Hakları Saklıdır.
Web Tasarım Z Ajans
1